Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Neden yaşlılığımda beni çaresiz bırakıyorsun?!

Ey yüce gökleri yükselten! Neden yaşlılığımda beni çaresiz bırakıyorsun?! Genç iken herkesten üstün tutardın beni; Yaşlılık çağımda neden alçalttıkça alçalttın beni?! Arzularına erişmiş gül her geçen gün sararıp soluyor; Sıkıntılar yüzünden ipek bana diken geliyor! Bahçede salınan nazlı servi gibi boyum iki büklüm oldu!? O ışıl ışıl ışıldayan değerli gözlerim görmez oldu!? Kara zülüflerim karlı dağ başı gibi bembeyaz şimdi. Savaşçılar bütün suçu kumandana yükler! Şimdiye kadar bana bir anne gibi yaklaşırdın! Şimdi senin sıkıntılardan kanlı yaşlar akıtmalıyım?! Sende ne vefa var! Ne de akıl var! Karanlık düşüncelerinden dünyam sıkıntılarla dolu! Ne olurdu keşke beni asla besleyip büyütmeseydin! Madem besleyip büyüttün, keşke incitmeseydin! Firdevsî Çeviren: Nimet Yıldırım İskendername / Kabalcı

Ölü

Ateş denizlerinde mumdan kayıklarla Sağlam mı tekneler aşkları geçmeye Güç. Biri var pencere Pencere önlerinde ağlar duruyor İlerde güneşte balıklar kuruyor Dirilirdi bengisu pınarlarında yunsa Güç. Gider yol bir Galib'e, Yunus'a Ama bu ne çok ölü ağlar güç. Biri de var gecede Saçlarından her gece kır ağlar örüyor Ötede mum yanıyor bir şeyler dönüyor Pervaneler ard arda ne çabuk ölüyor Güç. Dirilirdi sularına bir sağlam tekne olsa Ama bu ne çok ölü ağlar güç. Behçet Necatigil

Süheyl Ünver Kendi Dilinden Hayatı

Kendi Dilinden Hayatı 1983 yılında Mehmet Kaplan ve İnci Enginün’ün Süheyl Ünver ile yapmış oldukları söyleşide, Süheyl Ünver, insanlar ölmüyor, biz öldü zannediyoruz. Ölüm denilen keyfiyet yok aslında. Doğumumuzda ana ve baba esas değil mi? Doğan çocukla onlar gençleşiyor, yaşıyorlar. Onların kalması da bir saadet, gitmeleri de saadet diyemeyeceğim ama sağ olanlara muazzam kabiliyet kazandırıyorlar. Evvela annemden bahsedeyim, çünkü anne her şeyde esas. Annem, devrinin çok müstesna hattatlarından birinin kızı. Annemin babası diye söylemiyorum. Hakkında yazılanları okudum, sonra Medresetü’l-Hattatin’de annemin babasını bilen hattatlara rastladım, hakkında çok şeyler duydum ve ailemizde ondan başka sanatkârların bulunduğunu da gördüm. Tabii bunlar bizim kromozomumuzda değil ama doğumumuzdan sonraki ilk çocuk yaşantımızda müessir oluyorlar. Ne gibi? Şimdi ben bir sanatkâr aileden doğmuş oluyorum; benim elimde olmayan bir şey bu, babama gelince. Babamda sanata meraklı fakat bir felakete...

Anahtarı Yanlış Yerde Aramak

Adam, anahtarını karanlıkta kaybediyor ve sokak lambasının ışığında arıyor, çünkü anahtarını bulabileceği tek yer orası. Nietzsche’nin nesneler ve aynayla ilgili meselenin hemen hemen aynı (eğer aynaya odaklanırsanız nesneleri gözden kaybedersiniz, eğer nesnelere odaklanırsanız aynayı gözden kaybedersiniz). Her ikisini aynı anda yakalamak imkansızdır. İki mesel arasındaki fark şu: Aynaların tarihine göre nesneler görüldükleri söylenen yerdedirler ve onları yansıtmak zorunda olan yüzey, onların yerini almakla yetinmiştir; oysa anahtarların tarihine göre, nesne bulunduğu yerde değil, eğer orada olmuş olsaydı (ancak orada değildir) bulunacağı yerde aranır. Birinci durumda, bilgi kendine tasarımın oyununda bir yol açmaktadır -diğer durumda ise, bölünme söz konusudur: Bir yanda, ışıklı bir bölge, diğer yanda anahtarın kaybolduğu gece vardır. Sokak lambasının parlak ışığı altında olmak mı iyidir, yoksa başka bir yerde, asla bulunamayacak anahtarla birlikte olmak mı? Jean Baudrillard C...

İstanbul Gazeli

gecedir kandillerden mevsime eylül düşer bir gül tenhalaşırken kıbleme bin gül düşer ömrüm kuşatmalarında beyhude bir intihar acılar yaylım ateş-vurulur bülbül düşer alkol girdaplarında direniriz yine de bir damla gözyaşıdır mektuplarda pul düşer mezarlık boylarında panayır ve sirklerde ölüme zengin giren dirime yoksul düşer tedirginliği vaktin üretirken kendini gecedir tabutumdan hâlâ İstanbul düşer Sefa Kaplan İnsan Bir Yalnızlıktır

İntihar

mübalağa yorgunum bu ölüm bâzârında gözlerimin akında cesedim ışıldıyor acım dirhem etmezken ağır geldim hayata münzevi bir gecede direnmek de hayli zor o halde ne yapmalı – yalnızlık yasaklanmış elim kolum kelepçe her kapıda biri var derken çözüldü büyü – kuşlar çığlık çığlığa sesleniyorlar tekmil: bir bahardır intihar kırık cam paslı bıçak denendi bileğimde alkole batmış kanım süzüldü usul usul dönüp baktım aynaya gözlerimde bir şenlik benden cazip olamaz şimdi hiçbir istanbul beşir fuad haklıymış hem sergey yesenin de intihar bir şairi benimseyen tek kundak damarımı terkeden tutsaklığım belki de o ki rüyalarımı süsleyen kanlı dudak biri hüznü ilâhi biri hüznü sipahi aynı ümmetin tanrım iki bezgin ucu mu bir su sessizliğiyle ön cebime damlayan bir tür cinnet mi öksüz – yoksa hikmet burcu mu dünyamızda kaç şair böyle vurdu kıyıya ahmet oktay biliyor enis batur da öyle ama ebcetle bile sığmıyorlar sayıya sen söyle kalbim şimdi allah için sen söyle “ölmek y...

Sona Doğru

insan ölse de merakları ölmüyor, ne kadar “ben hazırım” dese de bir şeyler eksik kalıyor yine de, okunmayı bekleyen bir kitap, tamamlanmayı bekleyen bir şiir, keşke yaşarken bitirseydim ya da ekrandan silseydim, yarım kalması bazı şeylerin, yarım kalmak kötü, elvedâ demek istediğim kimse var mıydı, sanki birkaç tanıdık ama önemi yok artık.- Sefa Kaplan Londra Şiirleri

“17/Adım”

Yollar yüzünde görülür! Hatırlayış... Sönük yeraltı... Sözler yolların kokusudur, Hatırâ Hangi hayâl, nasıl hatırlayıştır o, Hatırlama Sözdür saçları tutunulacak rüyâ Gitmek, şairin kendine gitmesidir* Yollar yüzünde görülür! Paslı korkular, Yolcu ve Konak, Dumansız ateş Bana zakkumları söyle, Erguvanları... Yere benzer yüzüm, Yakınlığım Yıldızlar, Ruhum uzaklıklar Ey zarı parçalanmış Zaman Ey utancın aynası, Hiçlik Gitmek, şairin kendine dönmesidir** Yollar yüzünde görülür! Bazen sönük yaprak, bazen bırakış Sözler yolların buğusudur, Hatırâ Fısıldıyordum... Ürperiyordu... ---------------------------------- * Birinci Adım ** İkinci Adım Osman Hakan A. Yol Şarkıları

Merdiven

"Öldüğü sırada elinde tuttuğu kağıtlar; iki siyah as, iki siyah sekizli ve karo valesi, o günden beri ölüm eri olarak adlandırılır." Çapraz saatlerin arasında gezdirilen fesleğen. 'Kalbin maziyi seyretmesi gibi'... Çiziliyor usulca, aklığından soyunmuş bir kadın sesi: 'Ils ont change' ma chanson' ve sürçüyor musiki. İşte körüm ben! Hayat sürüklerken asrî hurdalığa, aşk ve kederi şekillendiren tesadüfleri. İnceymiş âh, kırılabilirmiş meğer, ömrün bu altın saatlerinde çocukluğa sarkıtılan cam - - - M                                           E                                      R                                                  D     ...

Bahar Gökleri

Meltem mi ki bu esen, renk mi ki, şarkı mı ki? Şu dağdan aşağı ak bir bulut salkımı ki İçime bir buruksu sarhoşluk akıtmada. Düşler mi ki şu burcu burcu kokan havada, Renk mi ki üzerimden akaduran bu nehir? Kork! Bahar seni bir al güle döndürebilir Bir daha göstermemek üzere gökyüzünü. Ah, bu gökyüzünden bir gün ayrılmanın hüznü. Yattım coşkun çimenler üstünde uzun zaman. Kuşlar değil başımın üstünde hızla uçan; Kardeşlerin yüzyıllar önce kopmuş ahları Ta sonsuza dek bu bengi gökyüzünden ayrı. Havada kavuşmanın bayıltan kokusu var; Durma, durma, gözünün alabildiği kadar Sar bu şarkı söyleyen, bu danseden evreni Ve ayırma güzel gökyüzünden gözlerini; Yaşamak kadar güzel, saf, mavi gökyüzünden, Bağışlayan gökyüzünden, ebedi gökyüzünden. Ahmet Muhip Dıranas

Bir Başka Şehirde

İlk kez gidilen bir şehirde akşamlar nasıl geçer? Geçer mi acaba? Gri bir hüzün, kolları arasına almıştır bütün sokakları… Renkler, arınmıştır yalnızlığın bedeninden… Dumanın küfünden balkona çıkılmaz. Akşamın sığınağı pencerelerdir: Pencereden bakarsın. Çocuklar, seslerinin çıngırağını ara sokaklara dağıtarak evlerine çekilmektedir. Bir adam, koltuğunun altında bir somun kokusuyla döner köşeyi… Bir kadın, sabahtan kalan güneş kokulu çamaşırlarını toplamaktadır, balkonda… Sen, bir başka zamanda, bir başka şehirde geçen çocukluğunu düşünürsün. O şehir ki, denizlerle donatılmıştır. Körfezinin dip sularında yosundan hayaletleri dolaşmaktadır anıların. Suyu gözlerinin ışığı misali tertemizdir. Düşlerinin mayosu ile yüzersin bembeyaz aydınlığında… Dalgaları gençliğinin genç anılarıyla arkadaştır. Rüzgârının serinliği sevdalarına yoldaştır. Aklının ucundan dahi geçmez, bir başka zamanda, bir başka şehirde geçireceğin akşamın iç sıkıntısı çünkü… Rüzgârın oltasıyla tutarsın daha...

Bu yazıya tesadüfen rastlayıp okumadan terk edene bir söz etmek bana çok ağır geliyor

Not: Bu yazıya tesadüfen rastlayıp okumadan terk edene bir söz etmek bana çok ağır geliyor. İhramcızâde İsmail Hakkı hzl:  Yrd.Doç.Dr . Zuhal ÖZAYDIN Giriş Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Türk sanat ve kültürünü yaşatmak, korumak ve tanıtmak için büyük bir keyifle çalıştı. Kültürümüzü yaşamanın ve yaşatmanın vereceği mutluluğu bizlere tattırdı. 1936’da başlattığı Türk Süslemesi Nakışânesindeki çalışmalarını aramızdan ayrıldığı 1986 yılına kadar sürdürdü. S. Ünver hekimdi. Hekimliği çok sevmiş olduğunu, tekrar tahsil yapma şansı olsa meslek olarak yine hekimliği seçeceğini söylerdi. Dahiliye Doçenti iken, 1933 Üniversite Reformu sırasında kurulan Tıp Tarihi Kürsüsüne başkan olarak atandığında para kazanacağı bir dalı bıraktığı için çok eleştiri aldığını anlatırdı. Hocamızın Tıp Tarihi Kürsüsü Başkanlığına atanması tarihimiz, kültürümüz ve yeni bir görüş kazandırdığı bizler için gerçek bir şans olmuştur. Gerek İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesindeki Tıp Tarihi Kürsüsünde, gerekse...