Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İki Cihanda da Yitiriyor Aşkını

İki cihanda da yitiriyor aşkını, işte böyle Terk ediyor gecenin hüznü ardından, işte böyle Meyhanedeki kadehler can sıkıntısıyla dolu şimdi Baharın her günü yüzü asık, ayrıldığından beri Yok yere günah işledi. Yazık! yalnızca dört günde Öğrendi biraz cesaretin anlamını, işte budur yıkılmazlık Sevdiğinden daha ayartıcıydı anılar, dünya durdu Anılarının yatağında, şimdi canlı bir elemdir çektiği Farkında olmadan sevdiceği bugün gülümsedi ya, Faiz der ki Söz etme sakın bu karışıklıktan, çünkü dingindir şimdi yüreği. Faiz Ahmed Faiz Çeviri : Tuğrul Asi Balkar

Bu Zincire Vuruluş, Bu Darağacı Ânı

Bu bekleyiş saati sarmış tüm patikaları, Hiçbir saat vurmuyor özlenen bahar anını, Ve gündelik tasalar çökmüş üstüne ruhlarımızın. İşte mihenk anıdır bu, aşkımızın nöbetini devretmek için. Bu kutsal andır, sevgili bir yüzü gözümüzün önüne getiren, Bu kutsal saattir, dinmek bilmez yüreği dindiren! Şarap kadehi de saki de geri çevrilir, boşuna! Serin bulutlar geçtiği zaman üstünden dağın, Bir selvi ya da çınar yaprağının, Paylaşamayacaksak artık hiçbir dostla Oynaşan gölgelerini, yeşil saatlerini onların. Sızladı durdu bu yaralar çoktan beri, ama böylesi- Bu zincire vuruluş, bu darağacı ve bu sevinç Bu kaçınılmaz seçme vaktindeki Bu tüm dostlardan ayrılış vaktindeki gibi sızlamadı hiç! Sözünüz geçse de hücreye, hükmedemezsiniz bahçeye Kırmızı gül goncaları açtığında, o taze an geldiğinde, Hiçbir ilmik yakalayamaz şafak rüzgârının ayaklanışını, Hiçbir ağa tutsak düşmez baharın uyanışı. Görecekler başkaları, ben görmesem de o ânı Bülbülün şakıdığı ve çiçeğin açtığın...

Geçiyordum uğradım

Geçiyordum uğradım boynuz boruların uğultusundaki bulanık zamanlara belki bir gömüde birkaç eski eşyanın ışıltısı vurur şimdiye. merdiven altında unutulmuş bir zaman ya da eski yüzümle karşılaşmak girişteki aynada dinmiş uzaktaki nehrin gürültüsü ağaçlar yer değiştirmiş çekmiş küçülmüş onca hayal oyun ve atlıkarınca sığdırdığım kurak peyzaj Doğduğum ev artık yavrusunu tanımayan bir hayvan gibi bakıyor uzaklara Toz yalnızca toz Zaman geçiyor içimizden adılını mırıldana mırıldana elim çoktan düşmüş kalbimin üzerinden gözlerim yabancı hatırladıklarına üzeri tırnak izleriyle kaplı bakır çanın dağıtacağı hiçbir sis kalmamış oysa ne burada ne hayatımda dibi görünen bir sarnıcın çiğ kuraklığıyla bakıyor gözlerim anlamından çıplak kalmış dünyaya Neden dönüşler loş zamanlara saklanır Neden kimse yola çıktığı gibi dönmez geriye Zaman nerde adılın? Kimbilir kaç yüz kulaç derininde kalmış yüzüm Şimdi ezberini unutmuş kapalı bir ırmak gibi önümde bomboş akan bu aynanın...

Kadınıyla son kez sevişerek onu terketti

Sürfeler(4) Ban nehrinde günbatımı, Krishna (Krişna) Kadınıyla son kez sevişerek onu terketti... O gece kocasının kollarında, Radha Çok ölü hissetti. Krishna, "Sorun nedir, öpücüklerimden rahatsız mı oluyorsun aşkım?"diye sordu. Radha, "Hayır, hiçte değil; ama düşündüm ki Bir kadavdayı bir sürfe ısırırsa ne olur?" dedi. Taş Çağı(5) Düşkün koca, kadim yerleşimci kafamda, Yaşlı şişman örümcek, şaşkınlığın ağlarını örüyor. Nazik ol! Beni bir kuşun kayasına, bir granite çevirdin Kumru, etrafımda pejmürde bir oda kurdun Dalgın okurken, yüzümün girintilerini okşadın. Yüksek sesle konuşarak, sabahın köründe uykumu bereledin. Rüya gören gözümün içine parmak soktun. Ve hala, hülyalarımda, güçlü adamlar gölgelerini savurur. Onlar benim Dravidian(^) kanımın çalkantısında beyaz güneşler gibi batar, Kutsal şehirlerin altından sular gizlice akar. Sen gittiğinde, hırpalanmış mavi arabamı daha mavi denizlere sürerim Kırk patırtılı merdiveni koşarak, başk...

Bu not defterine sadece dostlarıyla yaşadıkları günleri ‘yaşadık' diye yazarlar

Hani bilirsiniz şu meşhur Gezgin’in hikayesini. Gezgin bir gün bir köye uğradıktan sonra köy çıkışındaki mezarlık sakinlerine bir fatiha okuma niyetiyle mezarlığa girer. Fatiha okuduktan sonra mezar taşlarındaki yazılar dikkatini çeker. Her mezar taşında ölüm ve doğum tarihinin yanında parantez içinde bir de yazı vardır: “Bekir Fuat: Doğum Tarihi 1996. Ölüm Tarihi 2020 (44 Gün Yaşadı)” “Hatice Güngör: Doğum Tarihi 1988. Ölüm Tarihi 2017 (21 Gün Yaşadı)” “Samed Behrengi: Doğum Tarihi 1939. Ölüm Tarihi 1967 (Bir Milyon Yıl Yaşadı, Yaşıyor)” Böyle devam edip gidiyormuş canlar listesi. Doğum ile ölüm tarihleri hesaplandığında ortaya yıllar çıkarken neden parantez içine sayılı günler yazılmıştı? Gezgin konuyu merak edip köye döner. Köy ahalisinden bu işin hikmetini sorar. Köylülerin açıklaması şudur: “Herkesin bir not defteri vardır burada. Bu not defterine insanlar sadece dostlarıyla yaşadıkları günleri ‘yaşadık’ diye yazarlar . O kişi öldüğü zaman biz de gider onun not defterini a...

Oğulla Buluşma

Yaşlı Cordan, çok perişan, allakbullak bir durumda döndü evine. Canını mı sıkmışlardı, korkutmuşlar mıydı onu ya da dövmüş, sövmüşler miydi? Karısı hemen anladı önemli bir şey olduğunu . Ve meselenin aslını öğrenince de o kadar şaşırdı ki ne yapacağını bilemedi. Kocası pek tuhaf bir hayal kurmuştu. Herhangi duyarlı bir kişiye göre onun bu davranışı kocamışlık, bunaklık, aptallık sayılır, asla aklı başında bir adamın düşüncesi olarak kabul edilmezdi. İhtiyarın bir oğlu vardı ve yirmi yıl kadar önce savaşta ölmüştü. Pek gençti öldüğü zaman ve şimdi onu Çordon’dan başka kimse hatırlamıyordu. Zaten Çordon’un kendisi de evde, karı-koca arasında ondan hiç söz etmezdi. Ve işte şimdi, birdenbire oraya, onun savaştan önce öğretmenlik yaptığı yere gitmeye karar vermişti. - Onun hayatta olduğuna, ölmediğine her zaman inandım, her zaman hissettim bunu. Oraya gitmek için sabırsızlanıyorum, gidip görmek istiyorum onu... diyordu. Karısı, şaşkın şaşkın baktı adamın yüzüne. İşi önce “Sen baş...

gümüşali

adı, Gümüşali tanımazsınız onu saklanmayı bilir, yanınızdan geçip gitmeyi saygılıdır, sessizdir öfkesine saklar kendini bana arkası kuşlu bir cep aynası vermişti bazı baktıklarımda ansızın çıkagelir kaç dağ bildim onun için, kaç memleket ezberimdir el yazılarına girdim çıktım görürüm diye kaç hikayenin içinden selamsız geçtim kayalar, kuşlar, kafiyeler şahidimdir uçurumlarda yitirdim sesimi han rüyaları uykularımı aldı benden gazabı tenha tüfekleri yağladı yıldız yoksulu gecelerim tenimin tülüydü yüzümde saklanan peri, suya düştü ummadığım köprüleri geçerken bir tas suyu Fırat bildim iki yıldız yetti bir gece yapmaya bir tutam ottan çattım içinde kaybolduğum ormanları kuş gömleğimdi uçmak için tutulmak için ateşe attım kendimi dedim, Gümüşali bildin mi beni? uçarı hançerdi belimin kunt kuşağında kor zamanların sularında yıkadım ellerimi günahlarını ödediklerimin kanını dokundurmadım masumluğuma koç ile bıçak arasında durdu adanmış boynum eğdikçe kılda...

Korse

bir ikindi oturması yarıda kalıyor gibi: çünkü birazdan yemek taşacak, birazdan okuldan dönecek çocuklar birden sis bastıracak ve diyeceksiniz: her şey buraya kadar, kapatıyoruz abiler ford minibüste orhan dinleyerek gittiğim o ıssızlıkta düşündüm bunları ve düşündüm: düşünebiliyorum, demek ki ölmeme daha var herkes ölüme bir kez yaklaşmalı henüz hayattayken, en azından bir kez ölüme: o eşsiz güzellikteki yalın şarkıya bir belgesel çekiyor gibi değil hayır kitaplardan okuyor, komşularından, analarından öğreniyor gibi değil ucuna kadar kendi adımlarını kullanarak ve kurulayarak üstüne bulaşan yaşam lekelerini yaşam lekeleri dediysem, hani süslü bir laf bulmak istediğim için sanmayın ne o malum çevreleri severim ne o süslü lafları, eminim cahit koytak da sevmez ve oksijenli su, tendürdiyot, kara merhem türünden şeylerle temizlenemediğinden belki bolca dua, belki bolca yakarış, kimileyin bunlar da yetmez yetmez çünkü arada pek çok şey vardır artık, pek çok modern nesne sa...

Demem O ki

"harâbât ehlini hor göme şâkir defineye mâlik viraneler var" sarı bir torbada son buldu her şey reçel yiyip çay içmiştik sabahında, çocuklardan konuşmuştuk, uykularından sonra bir reme bakmıştık uzun uzadıya sanki uzun uzadıya bakılınca resimdeki göğe dokunabilirmişiz gibi düşler, bambaşka bir vaktin şiiri gibi düşler bahçede, diyelim bir nar ağacı var ve nar kırıyoruz kız kardeşimle vakti gelince buğday da serpeceğim gelin arabasının önünde vakti geliyor, her şeyin vakti geliyor bir bir kış meyvelerinin, bir bastonun, yepyeni bir şarkının bile belki de şunu demek istiyorum: dünyanın bir namaz ferahlığına ihtiyacı var İsmail Kılıçarslan

Sonsöz

                                       Şevki Akşit'e Dünya gözlerimi kendi ellerimle örttüm Değdi yorgunluğuma Bi ölüm kaldıydı onu da gördüm Beni pişman etmedi doğduğuma Can Yücel

Başka Şeyler

geldin ki ıssızdım ne iyi ettin şiirim bitmişti sonradan anladım yalnızmışım hem bana biçtiğin anlam soluksuz bir nefeste öyle bir doz ah ki söylediğin güzel ama kendinsin o yaşadığın şey içindeki bir sesim ben bağırmak istediğin zoraki bir sessizlik hangi rengi koysam yakışır ya denk düşmedi mavi denk düşer başka bir renk belki çok seviyorum anlam zavallı anlamıyor bunu başka şeyler mesela diyor ki -beni ayrılığa verme vermem verir miyim diyorum hiç ne iyi ettin geldin ki ıssızdım hem Emin Akdamar

Ben de insanları ve özellikle işin içinden çıkamayan insanları seviyorum Olric.

Korkuyorum Olric. Bu lanetin üzerime bulaşmasından  korkuyorum. * Garip işler dönüyor Olric: karışık işler.  Görünüşte olağanüstü bir durum yok. Ben Nermin’i seviyorum.  Nermin de beni seviyor. Bu durum gün gibi aydınlık;  karanlıkta kalan yalnız o “şey”. * Günahlarımın ağırlığına dayanamıyorum  Olric. Neden beni uyarmadın? Buna hakkım yoktu efendimiz. Öyle güzel gürlüyordunuz ki. Size kapılmamaya imkân  yoktu. Çevrenizdeki bütün sahtelikleri öyle güzel aydınlatıyordunuz  ki. Bir daha göremeyecekler sizin gibi bir  devi efendimiz. Onların küçük yaşantılarının içinde ben de  küçülmedim mi Olric? Ucuzluk bana da bulaşmadı mı? Hayır,  efendimiz. Öyle içten yaşadınız ki. Bu kısa süren aydınlıktan  yararlanamayacaklar ne yazık ki. Acıtmayan karanlıklarına  dönecekler. Onların, hissedemedikleri acılarını da  siz içinizde taşıyacaksınız. * Beni şımartıyorsun Olric. Zarar yok efendimiz: çünkü artık  sizi kimse şı...