Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mektup Geldi Ahmetden

Dağlar başı kışladı kar yağmaya başladı      mektup geldi ahmetden      ağlamağa başladım Şükrü Koyutürk

Son Ümit Sende Kaldı

Çayı geçtim ada kaldı gezmediğim il ora kaldı      çok büyüttüm gülmedim      son ümit sende kaldı Şükrü Koyutürk Ne idin ne oldun ve ne olacaksın nereden geldin nerede bulunuyorsun ve nereye gideceksin Hz. Ali r.a. anh

Sonrası sükût olsun...

21/22 Haziran 1923, Cuma İhsan. Dört sene bir ay herkese karşı müdafaa ettiğim münasebetimiz bugün maatteessüf senin -hiç senden beklemediğim- bir cümlenle bitiyor... İşittiğim dakikadan beri bu cümle beni öyle kırdı, öyle tamir kabul etmez bir surette kırdı ki bana kimsenin verdiremeyeceği bir kararı verdirdi. O da münasebetimize nihayet vermek!... 10 Haziran Pazar akşamı Baki Bey cevabını verdi. Vakıa alınan malumat senin pek lehinde değil, mamafih aleyhinde de değildi... Belki bizimkilerin fikrini değiştirebilirdim fakat bugün ben ayrılmamıza karar verdim... Çünkü İhsan sen pek iyi bilirsin ki, benim her şeyin fevkinde tuttuğum bir şey vardır, o da izzetinefsim. Baki Bey'e söylediğin şeyler üzerine birbirimizin yüzüne bakmamamız lazım... Baki Bey'in, "Neden çalışmadın?" sualine, "Ne yapayım efendim, şeytana uydum... Derslerime devam etmeme vakit bırakmazdı ki, her gün çağırır -bir elini kağıt, bir elini kalem yapıp taklit ederek- yazar, yazar... Eğer gelmezsen...

Mektuplarla Tarih

Çalışmanın en başında bahsedilen “Yakılmamış Mektuplar”dan bazıları kadın-erkek ilişkilerinin 1920’lerin İstanbul’unda nasıl başlayıp devam ettiğine ilişkin bol ayrıntı sunar. Alıcı İhsan Bey’in hayatı boyunca sakladığı mektuplarında Fatma Cevdet isimli genç, güzel, eğitimli bir İstanbullu kadın portresini görmek mümkündür. Okuma deneyiminden edebiyat tadı bırakan bu mektuplar yardımıyla ikili arasındaki ilişkinin nasıl başladığını, sürdüğünü, bittiğini görebiliriz. Bir önceki sene İspanyol gribine tutulduğundan doktoru sağlığını bir de röntgenle teyit etmek isteyince, Fatma Cevdet Hanım Tıp Fakültesi’ne gitmiştir. Hastanın sağlığı hakkındaki bu tetkik yeni bir aşkın başlamasına neden olur: “Sizi birinci defa olarak Haydarpaşa İskelesi’nde Hürrem Bey ve daha birkaç arkadaşınızla görmüştüm. İkinci defa da o gün Fakülte’de gördüm. Paşa’nın muavini Necmettin Bey’in odasının önündeki koridorda caddeyi seyrediyordum. Siz geçtiniz, Hürrem Bey de yanınızdaydı. Evde ilk işim Melahat’e sizi sor...

Bir iletişim aracı olarak aşk mektubu

V. Bir Örnek: Fatma Cevdet Hanım’dan İhsan Bey’e Yakılacak Mektuplar Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılıp yerine Cumhuriyet rejiminin tesis edildiği aralıkta üç yıl boyunca devam eden bir aşk hikâyesi yalnızca geç Osmanlı mektup kültürünün karakteristik vasıflarını göstermekle kalmaz, aynı zamanda geleneksel toplum yapısındaki dönüşümlerle toplumsal cinsiyetin inşasına da örnek teşkil eder. Son mektubun alıcısına ulaştığı tarihten tam doksan sene sonra yayınlanabilen bu mektuplar, 1920’de başlayarak üç yıl sürecek bir mektup arkadaşlığının aşka dönüşmesinin de canlı tanığıdır. Fatma Cevdet Hanım ile İhsan Bey arasındaki gönül ilişkisini en ince detaylarıyla betimleyen bu mektuplar her ne kadar tek taraflı olarak sadece Fatma Cevdet Hanım’dan İhsan Bey’e gönderilen arşivi içerse de mektupların detaylı tasvirlerle ve eğretilemelerle dolu olması dönemin aşk ilişkilerini ve toplumsal cinsiyet normlarının kurgulanışını yansıtması bakımından çarpıcıdır.  Mektupları ilginç kılan bir baş...

Terk-i Diyar Ettim Elveda Seni

Terk-i diyar ettim elveda seni Sevdiğim sağlıkla kal şimden-geri Aşkın ile yaktın bu can ü teni Her zaman ağlattın bil şimden-gerü Nar-ı aşkın ile kül oldum bittim Ben seni kendime sadık yar sandım Çok kahrını çektim gayrı usandım Kafadarın olsun il şimden-gerü Namerdi dilersen vasfına girmez Ağlarım gözüme uykular girmez Hakikatli yar dostsuza el vermez Var başında sultan ol şimden-gerü Kal benim sevdiğim huri isen de Kişi-zade değil peri isen de Yusuf-i Ken’an ın biri isen de Yar senden el çektim bil şimden-gerü Gel yeter cevrettin bari vur öldür Gözlerimin yaşı bulanık seldir Dertli gideceği düşman elidir Düşmandan intikam al şimden-gerü  Aşık Dertli

Kul Başına Âlemde Gelen Hükm-i Kaderdir

Kul başına âlemde gelen hükm-i kaderdir Ol hükm-i kader bizlere mîrâs-ı pederdir Ben hırsızı hırsız beni görmek ne mümkin Görmez göze duymaz kulağa sor ne haberdir Ben kapımı [kitler] yatarım el neme lazım Çok il şugûlü zevkime gayet leke vardır Lâ havle velâ kuvvete illâ hüve billâh Aliyyi’il-azîm mümine her yerde siperdir Mevtimde müneccim diye mensûbum olur Taşları cavâhir[dir] anın toprağı zerdir Yoldan geçen ervâhıma bir Fâtiha versin Kim görse diye tek şu mezar Dertli mezardır Âşık Dertli

Türkiye'de insanlar kitaba para vermez... Eskiden parası olan insanlarda kültür de vardı.

Sahafların kültür ortamında yetişen, akademik çalışmalarını o ortamlar sayesinde eriştiği evrak üzerinde inşa eden Osmanlılar'da Sahaflar ve Sahaflık kitabının yazarı Prof. Dr. İsmail Erünsal'la sahaflığın yakın tarihini ve geçirdiği dönüşümü konuştuk... Prof. Dr. İsmail Erünsal Başlıktaki bazılarımızın hemen itiraza yelteneceği bu cümle, 50'li yıllardan itibaren Sahaflar Çarşısı'na gitmeye başlamış, kendisi de bir dönem sahaf dükkanı işletmiş ve Osmanlı sahafları üzerine kitap yazmış bir isme, Prof. Dr. İsmail Erünsal'a ait. Erünsal, asırlardır süregelen bir geleneğin bugün evrildiği noktaya bakarak yapıyor bu tespiti. Zira meslek erbabı da, sattıkları kitaplar da, müşteri ve mecra da değişmiş durumda. Yeni zamanın ihtiyaçları, kendi tercihlerini doğuruyor. Size de olanı kabullenmek düşüyor... İsmail Erünsal'ın Osmanlılar'da Sahaflar ve Sahaflık kitabı,  15 yıllık titiz bir çalışmanın ürünü. Mesleğin tarihsel gelişimini, dönemlerin yüksek kıymete sahi...

Sınır Üstündeki Ev

Eve taşındığımızın ikinci günüydü. Sağ yanımızda bir komşu var. Yol önlerinden geçiyor. Pencerenin önüne oturmuş bir yaşlı a-dam, - Bu evi tutmasaydınız iyi olurdu, dedi. ihtiyara sert sert baktım: -  Bizim bildiğimiz bir kiracı bir eve taşındı mı, konu komşu "güle güle oturun"a gelirler. Taşınmasaydımz iyi olurdu, ne demek? Komşuya böyle mi söylenir? ihtiyar oralı bile olmadan, - Benden söylemesi, dedi, o eve hırsız girer de ondan söyledim. Bizim eve hırsız girer de öbürlerine girmez mi? Cansıkıntısıyla cigara almak için köşedeki bakkala girdim. - Ne sözünü bilmez adamlar var, dedim. Bakkal, - Hayrola? dedi. - Bizim evin yanında bir bunak oturuyor. Evlerinin önünden geçerken "Sizin eve hırsız girer. Taşınmasaydımz iyi olurdu" demesin mi? Bakkal, -  Doğru söylemiş, dedi, taşınmasaydınız iyi olurdu. O eve hırsız girer. Bitek kelime söylemeden dışarı çıktım. O gün akşama kadar canım sıkıldı. Gece, sol yanımızdaki komşular oturmaya geldiler. Gece ya...

KÖR EDER SENİ MEFTUN OLDUĞUN IŞIK

Demir doğramacıda kaynak yapılırken , kaynağın ışığına bakılmaz demişti elbet, komşumuz Recep abi, yolda yürüyorduk birlikte, sabah 07:00’de geçerken almıştı beni. İşe başlayacaktım. Heyecanlı mıydım, endişeli miydim hiç bilmiyorum. Anam “boş gezmesi iyi değil, bir iş olsa şakirtlik (çıraklık) eder, bir iş beller hiç olmazsa” diye sağa sola, komşulara rica etmiş. Recep abi de hanımıyla haber salmıştı, “patrona söyledim, tamam dedi, gelsin bizim tükan da çalışsın” diye... Pazartesiydi, sabahtı. Dükkanı biz açtık, sonra başka dükkanlar...Daraba sesleri, selamlaşmalar, kilit şakırtıları ardından dışarıya taşınan saçlar, demirler, demir eşyalar... İş elbisesini giyince her tarafı kara, kirli yağlı elbise içinde birdenbire ustaya dönüveren Recep abi: “Haydi bakalım patronun masasını sil, tükanı baştan aşağı süpür, önceden hafif sula ki toz olmaya ortalık, bunları her sabah gelir gelmez yapacaksın” dedi. Orta okul 1.sınıfı geçmiştim, yaz tatilinin başıydı, çalışıp kazandığım haftalı...

Lord Byron

Yaşadıklan sırada, birinci ve ikinci kuşak Romantikler arasında en ünlü şair, daha doğrusu özellikle Avrupa'da tek ünlü şair, Lord Byron'du. Goethe, Byron'un ölümünden bir yıl önce, kendi yanında ancak Byron'a yer verebileceğini söylemişti. 1 859'da bir Ingiliz edebiyatı tarihi yazan tanınmış Fransız eleştirmeni Hippolyte Taine, William Blake'in adım bile anmazken, Wordswonh'ü, Coleridge'i ve Keats'i bir iki türnceyle başından savarken, Byron'a upuzun bir bölüm ayırmıştı. Kendi ülkesinde de Byron'a duyulan hayranlık akıl almaz boyutlara varmıştı. Gerçi onu beğenmeyenler vardı. Alay ederek, ondan "Lord Hazretleri" ya da "Soylu Lord" diye söz eden, çağın en önemli eleştirmeni Hazlitt, şiirlerinin basmakalıp düşünceler ve duygulardan oluştuğunu söylemiş ve onu bir "sublime coxcomb" (yüce bir züppe) diye tanımlamıştı. Deneme yazarı Charles Lamb mektuplanndan birinde, Byron'un kişiliğinden hiç hoşlanmadığım, şiirl...