Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tanrım Öldür

III. aldığım lanetin uğruna yanan güneş söndü özür borçluyum sırattan geçerken incittiklerime borçluyum sırasını bozan her çocuğa ama işte ben! dünyaya selam durarak yürüdüm her adımda yutkundukça kalbi acıyan bir ben kaldım yine de üstüme kapanan hangi taş neyi örter sokaklar hangi gülüşümden mustarip, bilmem ama bilirdim uzun bir sayfada kara olmasam ah! yine de unutulmuyor alınmış bir ah IV. boynumdan öpenlerin selamıyla bitirdim sözümü oysa kimsenin sırrı yok herkes kendi ömrüne recâ avuç avuç gezer de bulamaz bir çıra böylece bir kez daha ördüm duvarımı bir kilit taşı tutuyor tüm sırrı, şimdi ağlasınlar kimsenin su kadar mes’eli yok : eğildim kuyuya, bir yudum dedim, herkes için dedi : kan doluyum, sırrını verdin çünkü bana keşke bir söz daha etseydin belki şiir olur yazılırdım sana ah! kalbim kir tuttukça kin döktüm tanrım öldür! Kemal Varol

Bıçağa Adanan Çocuk

akşamın ela perdesini aralayan çocuklar erken büyür erken büyüyen çocuklar dağ ve namlulara inanırlar. sıyırıp zehirli yılan gömleklerini yoksulların göz hakkıyla bakarlar şehre. eski kervanlardan rehin aldıkları çan sesleri gelip geçer iki yanlarında akan iki mor nehirle. akşamın ela perdesini aralayan çocuklar çok geç anlarlar: dünyada merhamet sözünü miskal ile satarlar. çünkü yazık ki artık bin elin artığıdır dünya. çünkü herkesin içinde eksik bir yusuf vardır. örtülü bir tabutla geçer herkes herkesin içinden.  bütün çocuklar başka bir adla boğazlanır. âh ki hüzünler evine asılır suretleri. yani bazı çocuklar kuyuya düşer o su artık içilmez olur çocuklarla kapanan kuyu elbette taşlanır. eski bir yasin gecesi diz çöküp okunur yas kitabı. avuçtaki yeşil bene sığdırılan abdal sırrı, o siyah sayfa görülür: nasıl beter nasıl mazlum, nasıl kin diliyle düğümlü. diz çöküp okunur her gömlek: çünkü kuyudur bazı çocukları söylemek görmez kimse, gö...

gözlerim uzak yollarda heves

                  n. gürbilek ve y. varol’a canıma değen her sözden kara seyyâh ağrısıyla geçerim uzun bir sıkıntı işte her akşam gidip geldiğim oysa yataklardan geçerdim ben hepaynıhikâyeyianlatankadınlardan koynumda yıkanmış ırmaklar taht kurar uzanıp üzgün aynalardan bakardım kendime: evin küçük oğluymuşum bir zaman bundanmış sokağa ve aşka çıkarılınca huysuzlanışım bundanmış ve anlamam gerekmiyormuş: şehrin alnında açılan ışıklar kimlerin çocukluğuna değer hangi nefsle aklanır ayrılığı hüner gibi yaşayanlar bundanmış ve hep büyük konuşmak gerekmiş: herkes gider ve düş evlerin küçük oğluna düşer kapanır kapılar yüzüme, kaç yıl daha sabır kalırım ince bahçeler, taş avlulardan geçer ıssız kayalıklarda kötü sır kalırım kendine enkaz insanlar bir tembih gibi bakar unuturum çıkacağım sokakları, ömrümün tamamıdır bu onca sözden, zamandan yadigârım, bilmem kime kalırım.. soramam: eskiden dindiğim sarnıçlar neden şimdi kin neden göğsümde bentlerde...

Sahtiyan

1. Zaplar taşar Dersim koyaklarından selleri kadife uçları mermi ve günahına emanet edilmiş çocukların adağıdır mermi çekirdekleri 2. hangi izini sürecek şimdi bu dolaşık kimlik? feodal, ince bir dal gibi bıyıklarıma tırmanan kendine tutkun göllerin o yaman geyiği gizinin ormanına vardıkça bize kendini aralayan avlardan, avcılardan artakalan sahtiyan açıklar tarihin kefenlenmiş gizini, bundandır seyrekliği geçer devran, geçer günler, geçer ömür elbet dağa çıkmış bir şairim ben ah! kimsenin görmediği 3. gözlerim, o demir ayazı eski söylencelerin kutlu demircileri masalımın lanetiyle dövmüşler gözlerimin rengini bin ırmakla su vermişler, buza kesmiş, bir ayaz gibi, kelepçelemiş kendine ateşini gözlerim, şimdi kör dinlemesi bu yüzden bakışlarımda süreğen o anlam gerginliği gözlerimin seyrekliği nefti boynumdaki hamayılla birlikte, kanayan bir yaz ikindisi on yıldan beri dövmegüllerle alnıma nişan düşüren o aşiret töresi tarihin önünde huzura çıkar su...

Bir Çocuk Sevdim

Bir çocuk gördüm uzaklarda Gözleri kederli hatta korkulu Her şeye rağmen biraz gülümsedi çocuk Sıcak sade ama biraz kuşkulu Bir çocuk sevdim uzaklarda Sanıyordum ki onun özlemi de buydu O ise bir bakışta beni örtülerimden Yalnızca ve yalnızca duygularıyla soydu Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi Şimdi çocuk büyümekte günbegün Bütün hüzünleri okşadı birer birer Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün Bir çocuk gördüm uzaklarda Biraz çocuk biraz adam biraz hiçti Ellerinde yaşlı zaman demetleri Daha önce denenmemis yeni bir yol seçti Bir çocuk sevdim uzaklarda Bir elinde yarın öbür elinde dün Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün Dünyanın haline bakıp güldü geçti Metin Altıok

Bir Annenin Notları

Çocuklar hayır diyebilmek ölüme haksızlığa yokluğa yasağa hayır demek Kızım güzel şeyler istiyor ille güzel şeyler oğlum ablasının çöreklerini paylaşmak istiyor açlığıyla ve kuşlarla Yok bilmiyorlar yoksul bilmiyorlar Öğretiyorlar başka çocukların da dişleri olduğunu elleri olduğunu şekerlerle oyuncaklara Kaçtıkça uykularım kitaplar arıyorum büyüyen sorularına İncirler neden yıkıntılarda büyür? İncirler mi yıkar evleri kök salıp mermerlere yoksa yıkılmaz umutlar mı ballandırır incirleri Boyna soruyorum kendime yazmadıklarını kitapların Boyna soruyorum kendime sırtımda ağırlaşan bir ölü gibi taşıyıp sıkıntımı nasıl anlatmalı dünyayı anlaması için çocukların Sennur Sezer

Çünkü Artık Mümkün Değil Aşk

Bu şehrin yağmurları mısra mısra ezberimde Sisten bir kılıç kuşanmış şovalye yalnızlıkları Aralıksız sonbahar, akşamın solgun dolunayında Gecikmiş bir tren Tek yolcusuyla giriyor İstanbul'a Bu şehrin yağmurları mısra mısra ezberimde Garda Attila İlhan'a benzeyen bir adam Kendi mi içiyor rüzgâr mı Belli değil sigarasını Yakasında üşümüş zifiri bir karanfil ne düşündüğü seçilmiyor "Belki de rüya büfün umutlar" Yasaklı bir şarkıcıdan Kız Adil söylüyor gözyaşlarıyla Karşılıksız hisler sokağında Yanlış bir yağmurun iplerine dolaşmış Kirpiklerinde kırılmış küçük yağmurlar, karanlıkta Islığını kıssa çocukluğu ıpıssız kalıyor Bu şehrin yağmurları mısra mısra ezberimde Üzerinde zarif bir gökkuşağı Yuttuğu denizi kusuyor boğulmuş bir martı Düşürüp boynunu bir çöpçünün sıcak avucunda Hayat affet! Kalbim hoş gör beni Çünkü artık mümkün değil aşk Çünkü artık mümkün değil şiir Ali Asker Barut

Yazarken Bu Şiiri...

Son günlerde bir acaip halim. Kaçtır fotoğrafların önünde buluyorum Kendimi; Sarayburnu... Tam da vapur geçerken çekmişim bunu. Turgayla Suatın üstünde Kısa kol gömlek – Eser denize sarkıtmış çıplak ayaklarını. Ada’ya gitmiştik o yaz Hep birlikte; Fatoş bir atı uzun uzun sevmişti, Ve şaşırdıkça şaşırmıştı, Turgayın ağaçlar altında değişen Göz rengine. “Şiir, anımsama sanatı” Demişti Suat, Şimdi neden bilmem, Yazarken bu şiiri ben, Durmadan ağlamak geliyor içimden. Ali Asker Barut

Bir gün yiter gider

Bir gün yiter gider Evren gökyüzünde Karda iz bırakmaz ışık Bir gün yiter gider Kapıları açmaya ve kapatmaya.... Güneşin tohumu çatlar sessizce Bir gün başlar Sis oyar tepeyi Bir adam ırmağı iner Gözlerinde karşılaşır bunlar senin Günün içinde yiter gidersin Şakıyarak ışığın yapraklarında Çanlar çalar ötelerden Her çağrı bir dalgadır Her dalga gömülür çıkmamak üzere Bir kımıltı...bir söz...buluta karşı ışık... Güler ve saçlarını tararsın dalgın Bir gün başlar ayaklarında Adlarından başka şey değildir; el..aklık..saç.. Bu elin..bu aklığın... bu saçların.. Bu görülebilen ve yoklanabilen dışarı... Bu içeri ve adsız olan Aranır bizde el yordamıyla İzleyip dilin yürüyüşünü Geçerler bu imgeye gerdikleri köprüden Parmaklar arasındaki ışık gibi kayarlar Ellerimin arasında senin gibi Ellerimle elin gibi sarılırlar birbirlerine Bir gün başlar ve sözlerim Sıcaklık zinciri ışık kabuğu Bir gün başlar ağzında Gözlerimizde yiten gün Açılan gün gecemize.. Octavio...

Gitmekle Kalmak Arasında

Gitmekle kalmak arasında kıpırdamayan gün, katı bir saydamlık kalıbı. Hepsi görünüyor ve hiçbiri anlaşılamıyor, ufuk dokunulamayacak bir yakınlık. Masada kağıtlar, bir kitap, bir vazo: nesneler dinlenmekte adlarının gölgesinde. Damarlarımdaki kan giderek daha ağır yükseliyor ve yineliyor inatçı hecesini şakaklarımda. Işık kayıtsızca biçimini bozmakta donuk duvarın, tarihi olmayan bir zaman. Öğle sonrasının yayılışı; şimdiden bir körfez usul dalgalanışı sarsmakta dünyayı. Ne uykudayız, ne de uyanık: biziz, başka bir şey değil işte. An ayrılmakta kendi kendinden ve duraksamaların oluşturduğu geçite dönüşmekte. Octavio Paz Çeviri: Ali Cengizkan

1 Ocak

Günün kapıları açılır dilin kapıları gibi, bilinmeyene. Dün gece anlattın bana: Yarın imleri düşünmek zorunda olacağız, görünümü çizmek, planı tasarlamak çift katlı sayfası üzerine kağıdın ve günün. Yarın, yaratmak zorunda kalacağız, yeniden bu dünya gerçeğini. Gözlerimi geç açtım. Saniyenin bir anı için Aztek'in duyumsadıklarını duyumsadım, uzanıp beklerken dağlık durunun kıvrımında ufuktaki çatlaklar arasından zamanın kesin olmayan dönüşünü. Fakat hayır, yıl geri dönmüştü. Bütün odayı doldurdu ve bakışım neredeyse dokundu ona. Zaman, bizden yardım almadan, yerleştirmişti tıpkı dünkü düzen içinde boş cadde üzerine evleri, evler üzerine karı kar üzerine sessizliği. Yanımdaydın, hala uykuda. Gün yaratmıştı seni fakat henüz onaylamamıştın gün tarafından yaratılmayı. -Benim yaratılmamı da belki. Bir başka gündeydin. Yanımdaydın ve gördüm seni, kar gibi, görünüşler arasında uyuyan. Zaman, bizden yardım almadan, evleri yaratır, caddeleri ağaçlar...

Yüzüm Bir Kentin Anı Defteri

Ben ki ömrübillah at görmemiş bir nalbant Hiç bir yere çıkmayan Bir sokak hüznü içimde, güpegündüz Temmuz bitti, Ağustos ortasına geldik ne çabuk Asfalt yolun dibinde açmış Sapı ziftli o gelincik Bilmeyecek ne var Gün gibi yalnızlık Hangi sokağa girsem Sonunda, kendime çıkıyorum gene Üzgün bir kuşla üzülen bir gökyüzü üstümde Ağzımın kenarında Yılların kırgınlığıyla dolu Üsküdarca bir gülümseme Geri verecekmiş gibi eski sevincimi - Günde kim bilir kaç defa – Ha doğdu ha doğacak Diye diye beklediğim güneş Karşılayabilir mi sahi İçimdeki beklentimi Ben ki ömrübillah at görmemiş bir nalbant Bir ara bir sevdayla az kımıldanır gibi oldu kalbim Gidip çarşıdan sulayacak bir çiçek satın aldım o zaman - Ne içindi şimdi hatırlamam – Yüzüm, ilk satırı çoktan unutulmuş Bir kentin anı defteri Rakı başında – istemem – Anmayın bidaha denizi menizi. Ali Asker Barut

Hiçliğin Tadı

Eskiden savaşçıydın, ey kasvetli ruh, heyhat, Mahmuzuyla coştuğun o Umut, buna rağmen Süvarin değil artık! Yat utanca düşmeden, Ha bire tökezleyen zavallı ihtiyar at. Kalbim, boyun ey, katlan; hayvanca uykuna yat. Mağlup ve kötürüm ruh! Üçkâğıtçı ihtiyar, Ne aşkın, ne savaşın tadı var senin için; Hoşça kal boru sesi, ezgisi flütlerin! Küskün bir kalbi artık ayartmayın, arzular! Kokusunu kaybetti o güzelim ilkbahar! Vücut nasıl donarsa içinde sonsuz karın, Bak, her an, her saniye beni yutuyor Zaman; Şu yuvarlak küreye bakıyorum yukardan, Meraklısı değilim sefil sığınakların. Ey çığ, al beni götür, içersinde karların! Charles Baudelaire Çeviren: Ahmet Necdet

Yol Sonunda Reddiye

Kimse ihtiyaç duymasaydı sevgiye Güzel ve kısa anlardı. Yoksa hayalim, Hayalimle mi dolmuştu billûr şişe? Itır yok, şişe boş, hiçlik kasırgası; Duygu tanımaz bir karayel işte... Bir karayel bu şimdi kasıp kavuran, Son yolculuğunda yürek kadırgası. Suç onun, sevgiye ne gerek vardı... Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr, Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur, Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız. Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık? Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık... İşte ama lâkin ricâ ederim fakat, Şimdi asla ona gerek duymasaydık... Ne kadar uzardı düşler, günlerse çok kısaydı Olaylar geçip gitti, yüreğim yerinde saydı Bir yere varamadı, ölümse arkasında, Suç onda sevgiye ne gerek vardı? Hep başka şartlar düşlerdi, bir de uzak iklimler Gidenlerden güzel miydi gelen mevsimler? Yolda düşüp kaldılar şimdi unuttum kimler, Lütfen lâkin ama tekrar söylemeliyim, Kimse sevgiye muhtaç olmasaydı. Hüsrev Hatemi

Maktul Yürek

Keskin ağzından ayrılık kılıcının, Yüreğimin yediği darbe, Bu acının; En uç örneğini bana tanıttı: Neden kısas uygulandı ki yüreğime? Ne suçtu ne de bir suça kanıttı, Eski Dünya’nın ölümünü seyretmesi... Yılları yele vermiş olması da belki İkinci bir ağır suç sayılarak, Nâhak yere zaman yargıcı, Yüreğim için bu hükmü verdi. Görmeden sevdiği kentler: Bağdat, Saraybosna ve Priştine’nin Harabolduğunu duymuştu Kendini savunmaması bundandır... Ben yirminci yüzyılı, bu sebeple Yüreğimsiz bitiriyorum. Hüsrev Hatemi

Bir Şiir Yazmak

Şiir aniden gelir Mayısta yağan kar gibi, Güneş çarpması ya da aşk gibi. Yaşamınız boyunca beklemelisiniz buzdağı üzerindeki kupkuru kağıt tabakasında. Bütün dünyanın üzerinde uçabilmelisiniz transatlantik üstünden, evren üzerinden, aşkın rüzgârlar üzerinden Ve asla göremezsiniz onu bir düşte ya da bir ılgımda içinizde yanmıyorsa. Sonra kaygan buzun dümen suyunda onun apak hiçliğinden filizlenir sözcükler. Tüylerinizi diken diken ederek ve döne dura, o savaşır gel-gitte ve taşır size buzdağları ve denizin dibinden bir şiiri içinde eriyinceye dek. Blaga Dimitrova

Yıkılmış Enkaz

Yitirdim bana verilmiş olan gizi Bilmiyorum artık ne yapacağım Bir zaman bunun böyle gideceğine inandım Ama artık öyle değil işte Koşmak isteyen ama ayakları olmayan bir adam bu Konuşmak isteyen ama başı olmayan bir kadın Ağlamak için yalnızca gözleri olan bir çocuk Yine de giderken görmüştüm seni Çoktan uzaklaşmıştın Bir trompet çalıyordu Kalabalık haykırıyordu Ve sen, ve sen dönmüyordun geri Uzun bir yolumuz var daha, adım adım izleyeceğimiz Birlikte yürüyeceğimiz adımla başlayacak Parıldayan yüzünden nefret ediyorum Bana uzattığın elden Ve karnında da yaşlı görünüyorsun Gittikçe bana benziyorsun Hiçbir şey bulmuyorum ben dönüşümde Hiçbir şey verilmedi bana Her şey harcandı bitti Gecede Yıkılıp giden bir dekor parçası 1916 Pierre Reverdy Çeviri: Kenan Hanok

At Avrat Silah

Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun Sırtımdan kaç güneşi aşırtarak yürüdüm. Yok. Damarlarımdaki alkolü kolonyayla sildim. Yok. Yükseklik korkumu dirseğimle dürterek Kentin bütün üstgeçitlerinden geçtim Evlerde kabuk bağlayan yaralarımı dışarıda rüzgar örseliyor Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun Yok. Sevgilim. Olamadım. İçkilere daha bir dadandım. 1182734. Mesai saatlerinde aranılacak. Yok. Artan her günüm sanki ölüme ekleniyor... Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun Kiraz dalına asılmış bir mendil gibi kaldım bekliyorum tarihin kaçınılmaz fırsatlarını Yok. Sevgilim. Duasız bir din arıyorum. Yok. Leyli bir uyku. Alnı örselenmemiş bir insan Gece yatıya gelen bir umut. Gündüz giden bir ehli müslüman Yağıyorum durup durup bütün yağmurlarımı. Türklerin anayurdundayım. Yalnızım. Alkol. Yok. Savunduğum herşeyin savunmaya geçtiği. Tanrım. Yok. Boğulsam cezir oluyor, yaşasam med. Artık evcil olan kelimeler aranıyorum; Oda. Pipo. Ki...

Güneş Saati

Bu nemli, bu bunaltıcı gecelerde, pencerenin Önündeki dallardan bir kafes örerim kendime Güneşli günlerde doğurmuş anam beni, neyleyim Gökle denizin seviştiği yerlerde gün boyu Bıkıp usanmadan bakmam için, evime mavinin Bütün tonlarında perdeler astım sevdiğim Gece, düşlerde sürdüreyim diye bu yolculuğu Bir güneş saatiyim ben kendi halimce Bir güne bakanım belki de, doğudan batıya dönerim Alnı gökyüzüne dönük bir güneş çocuğu... Bu karanlık, bu ıssız gecelerde Yıldızları bir küpün içinde toplayasım gelir Benim güneşim bir birikimdir belki de Yıllarla, aylarla, günlerle açıklanabilir Mutluluk; onun, onun gözünün içine bakmaktır sevdiğim Onu bir simge kılmaktır, bir ad vermektir Ben güneş dedim ona, sen su de, çiçek de Aksın ömrün yeter ki doğayla birlikte... Ahmet Erhan

Kalıt

Acım, beni bir gün boğabilir Kalırsa bir çığlık benden kardeşler Koruyun, saklayın onu ne olur. Her insanın kendince bir tarihi vardır Bir seyir defteri, ağaca atılan çentik belki Hani bir gün dönülür de bir şeyler anımsanır. Kimsesizim, dalsızım, duraksızım şimdi Yaşamla aramda çözülmedik ne kaldı? Bütün köprüler atılmış, yollar yokluğa çıkmıştır. Yaralarımı sağaltacak söz nerde? Bazı kitapların altı çizili yerlerinde mi? Şimdi her çizgiye bir kan yolu yürümüştür. Tanımlara sığmayan sözlerim varsa da Bir gün, kendini deşen hançerden öte Bir şey olmadığım nasılsa anlaşılır. Şaire ölmek yaraşır, filiz sürerken şiirleri Tufanların alıp götürdüğü bu toprakta bir tek Birkaç sözcük mutlak kalacaktır. Acım, beni bir gün, beni bir gün boğabilir Kalırsa bir çığlık benden kardeşler Koruyun, saklayın onu ne olur... Ahmet Erhan

Kül Altındaki Kor

Gökteki bulutlar yüreğime yağıyor Bende iki dünya çarpışıyor artık Biri umutlu, devingen, gözüpekçe yaşıyor Öbürü masallarda sarhoş ve ezik. Toprağı avuçlarımda eliyorum usulca Bir kum saati gibi akıyor ömrüm Tükenecek bir gün o kumlar da, ey doğa Tekrar doldurmak için kalacak mı Güneş, daldan dala sıçrayarak yürüyor Bir neden var mı mutlu olmamam için? Daha ne kadar yaşadım ki şunun şurasında Adını biliyor muyum bütün çiçeklerin? Konuşturmayın beni, dilim sürçüyor Alışkın değilim söz etmeye sevinçten, mutluluktan Gideyim artık, kül atında kor gibi Dursun onlar, dönüp üflerim bazen... Ahmet Erhan

İlk Vasiyet

-Oğlum Deniz'e- 1 Ben bütün yenilgileri yaşadım Kalmadı sana hiçbir şey Oğlum, biricik muradım Bir su damlasıdır kapıyı gözler Tükürür gibi bakıyor yüzüme dünya Kırılmış ağacımın o tek sürgüsünü Oğlum, biricik muradım Benden ötelere döndür yüzünü 2 Uzun bir sözcükse ömrüm Oğlum, son iki hecesin sen Günüm geceye ilikli Yanımda yok bir kimsem O küçücük odada soluğun Mavi resimler çizer havaya Avludaki kiraz içini çeker Elma, armut, akasya Artık evin erkeğisin sen Erkencisin bu konuda Seninle büyüyecek bil ki Uzaktaki şu baba 3 Geçip gidiyor günler Boğuk bir sis altında Elimin ucunda defter Köpürüp duruyor boyuna Ne yazdımsa oğlum Bugüne kadar böyle Sanki bir yaz günü Savruldu akşam esintisinde Geçip gidiyor günler Evim uzak, yol yakın Ölüme kedere, acıya Cennet, cehennem, intihar 4 Gecenin son otobüsü Hoşçakal oğlum Alnımda bir seğirme Yüreğimde hüzün Gecenin son otobüsü Şimdi soluk bir ışık Gençliğimin kenti Dönüş yok artık Gec...

Karla Gelen

geldiğin gece kar yağmıştı kentin üstüne gökyüzünden sorular düşüyordu hiç durmadan. nasıl da kalabalıktın sen; bütün kollarımla sarılıyordum da vücuduna, kapıda kalıyordu yine de bir yarın… ilk o zaman anlamıştım bu eve fazla gelen bir yanı vardı bu buluşmanın ve daha o geceden belliydi, aşkımızın boyumuzu aşan yüzlerce ayak izinden ve kar sıcağı sorulardan yapıldığı. alıştığımız bir şey değildi oysa, karda tipide sulara düşmek bir ateşin ağzından, yeni bir ejderha oluvermek buzul çağında ve ansızın çatlatabilmek zamanı en ağır yerinden. yüreğini düşürmüş binlerce sevgiliden kopuşa kopuşa mı buluşmuştuk seninle, beynindeki canavarı mı öpmüştük kentin bütün “kitap yüklü merkepler”inin?”1 ne çok avcı yağmıştı gözlerinin peşinden ve ne çok çığ dayanmıştı kapımıza. görmüşlerdi seni saksofon çalar gibi öptüğümü ve yıllarca düş kırıklığı toplayan şairin yerin altında artık bir aziz kent maketi kurduğunu. o gece ilk defa, aşkın bu kente yenilmediği bir yerdi sokağ...

Batık Gemi

Batık bir gemi yüküyüm dalgıçları bekleyen Bir dalgın dalganın elinde sürüm sürüm inleyen kim Toprak çatlar çatışmalarda kahrından, dağlar sığınılmaz Olur ayazına sığılmaz, buzuna ve yalnızlığına, artık kız Kaçırmıyor delikanlılar al atlara binip naralarıyla Kaçıyor akpak kızlar bir bir ellerden başka yataklara Giden gelmiyor bu ne biçim iştir içli şarkılar dinlenmiyor Pencere camları kirlenir kimse oturmuyor mu burda denir Balkonlara su dökün de serinlesin biraz yandık kavrulduk Her şey ateş pahası el yakıyor fiyatlar beyim Kimse yok mu evladım aşağıda, oynasana biraz daha Sular kesilmiş anne, hani yıkanacaktık hepimiz Suya yazdım adını senin, denize kavuşacaksın ve orada Batık bir gemi seni bekliyor içini açmış da sana Bu filo buradan geçmeyecek ve bu kadınlar bu evleri Boyamayacak, bu sokağın da ahlakı var ister inanın İster inanmayın, bu sokağın da ahını alacaksınız Vurguna dikkat edin vurgun yemiş adamlar çoğalıyor Gültekin Emre

Bahtsız Deve, Çöl ve Kutup Ayısı

Kendime ilân ettiğim savaşta otuzdört yıl devrildi Devirdim düşlerime bahşedilen çamları da Niçin bütün güzel kadınları seviyorum ama birine aşığım? Ah bu yanıtsızlık belki ömrümün nişânesi Sayım yapıldı: Düşlerinden bir adım geridesin  ve ömür böyle bitebilir Aşk böyle sona erebilir,  nasılsa alışıldı bir mevsimin henüz tamamlanmadan elvedasına İklim böyleymiş, külâhıma anlat, güya bahanesi de hazır  şarabı devirmenin Oysa seninle her an karşılaşmanın o çıldırtan şarkısı  çalınıyor kalbimde, yapayalnızım, bunu anlayacak kadar uzaktan dinliyorsun Hayat bütün bağlılıkları bir yere bağlamış öyle hissediyorum ellerini her gördüğümde Nerdeyse tutacağım, şimdi kıyamet kopacak, çıldıracaksın Çantan başıma inecek, fırlayıp gideceksin kendi gökyüzüne bütün fallar boşuna bakılmış olacak Ah içimde ukde kalır bu şaşkın skandal Korkma, hiç yaşanmaz nasılsa,  artık posta güvercinleri yetişmiyor düş bahçelerinde Ulaşmaz ellerine parmak uçlarımda yazılı mahrem şiirler Buyrun ...

Milenyumun İlk Özeti

Şairlerin yağmuru es geçtiği yıllardayız Tosbağa meraklısı diye ti' ye alınanlar birer galip sayılır mağlup Çocukların adlarını nüfus kütüklerinden silmek üzereyiz  Damla Çağla Nehir Bulut Yok artık, hiç olmayacak uzun bir zaman  Aşklar zaten birer cirit oyunuydu Kimse duramıyor azgın atın üzerinde  Herkes birbirine borçlu Bir cebinden umut eksilten Ötekine hüzün depoluyor anında Yaşı yirmiye varan efor testinden yenik çıkıyor Kırkı geçen biraz ' eski tüfek ', dayanıyor ayrılıklara  Kapanın elinde kalıyor hayat, keşke biraz ağlayabilsek Ama oyuncağımız kırıldığı için değil, kalbimize  Kopasıca dilimizi biraz olsun tutup susabilsek Belki yeni sözler birikecek hikâyemizde  Birinci sınıf vatandaşız kapana kısılan fareler cumhuriyetinde Nasılsa sınıf farkı da kalmadı, hepimiz dipteyiz.  Batık bankadan parasını kurtaran en kahraman Kredi kartının asgari tutarını ödeyen cengâver  Dağınık bir yazboza benziyor ömrümüz Ne zaman b...

metalik gri

Yorgundum,  yorgunluk maskesi takmıştım,  zaten yorgun suratıma vesikalık resmime bıyık çizip,  seyretmiştim altı çarpı sekiz halimi çizgilerine aldırmadığım avcumda çizgileri olmayan yüzüm konuşmadı,  konacak yer bulamadı besbelli gönül kuşum hayatsız ağaçlarda onlar yakılmayı bekledi,  ben yanmayı onlar ufaladı fotoğraflarını,  ben mendil cebimde sakladım ve sakladıklarımla saklandım neden sonra bu şiiri yazdım,  sonra neden bu şiiri yazdım bilmiyorum çünkü yorgundum,  çünkü yorgunluğumu kendime uşak tutmuştum çünkü gözlerimde bir ırmak kurudu çocukluğuma dair bir yara buldum dizimde,  çünkü bu eski bir hikayeydi çünkü yorgundum yorgundum lakin bezgin değil,  galip veya mağlup değil,  alim ve cahil değil hiçliğe bağlanmamıştım,  dünyaya da yorgunluğumu alıp götürecek bir ilaç bulmuştum,  yutmadım! susmuştum içtenliğimle beni konuşturacak biri çıksın diye,  dualar okumuştum yorgunsam da bildiğiniz yorgunluklardan değ...

Ömüryiyen

Nasıl bir hırsla çıktıysam o mahşeri kıtlıktan Lanetlenmiş bir obur oluverdim sonunda Her şeyi rüzgâr hızıyla tüketebilirim  Hayalleri, umutları, ütopyaları Olmamış sayabilirim bir anda Yüzüm asitlerle yıkandıkça matlaştı  Nefretimin aynasına dönüştü zihnim Öfkemin salyasından serumlarla doyup Kahrettiğim her şeyin donuna girdim Hazlar acılar gündelik maskem oldu Bazen iskeletimle bazen gölgemle Bazen hıçkırığımla dans edebilirim Hıncım bile zarifleşti zamanla Duygusu belirsiz huylar edindim Tükettim eski dostlarımı bir bir Yenileri habersizce aldı yerlerini Sıradan bir veda töreni buluşmalarım Anılarını kemiren âşığa döndüm Çocuklarını yutan devrime Nehirleri kurutan güneşe Taşkınsız yağmayan yağmura Kayboldu ruhumdaki esirgeyen yas Güdüler kulumken efendim oldu Sözüm el sözü gibi geliyor bana Bu halime bir de sağırlık ekledim Bunlarla bir olup geçtim karşıma Düştükçe büyüyen çığ gibiyim bu gidişle Bir gün benden bir nem bile kalmaz dünyaya Mahmut TEMİZYÜREK

Ağrı

Kendime bir doğum günü hediyesi Can evim ağrımıyor aşikâre Ben uyanınca hayat uyanıyor ...Ona uyuyor rüya... Her şekli alıyor toprak çeşit çeşit, renk renk, kat kat... ekmek, pasta, çörek...ismim tek Bir kelime...daha demin Bedenimi zapt eden âraz Durmuyor zaman iki ayrı oda içinde Kapılarla dolu kuş evim...iç içe Büyük...firar başlamıyor yine de Ben yürüyünce su yürüyor ...Ona uyuyor hayat... Kök, dal, yaprak kardeş oluyor Bir anda saplanıyor gece içime Daha demin...bir isim...o yana Yüzüm bu yana sürükleniyor Uzakta, katı, donuk, sarı a ğ a ç i s m i m... toplanıyor oradan oraya Can evim ağrımıyor aşikâre!...Hayat!.. Ben uyanınca, rüya ona uyuyor, derinde Tek bir 'kelime'...yüzüm sığmıyor içine Osman Hakan A.

Tufan Sonrası

Tufan anısı yatışır yatışmaz, Bir tavşan, evliya otları, kıpır kıpır çan çiçekleri içinde durdu, gökkuşağına yakardı örümceğin ağları arasından. O güzelim taşlar, saklanan – bakıp duran çiçekleri daha şimdiden. Pis ana sokakta kasap tezgâhları kuruldu; bakır oymaları gibi yukarıya kat kat yığılmış denize çektiler kayıkları. Kan aktı. Mavi Sakal’ın orda, – Tanrının mührüyle camları sararttığı cambazhanelerde, mezbahalarda, Süt ve kan aktılar. Kunduzlar yuva kurdu hep. “Fincanlar” tüttü kahvehanelerde. Daha suları damlayan büyük cam evde eşsiz görüntülere baktı yaslı çocuklar. Bir kapı çarptı; köy alanında çocuk savurdu kollarını şakır şakır sağanak altında, – fırıldaklar ve çan kuleleri tepesinde bütün yel horozları oyunu anladılar. Bayan Alplere bir piyano yerleştirdi. Ayin ve ilk “bağlaşım”lar yüz binlerce sunağında kutlandı katedral’in. Kervanlar yola düzüldü. Allak bullak olmuş kutup gecesiyle buzlar içinde kuruldu Splandid- Otel. O günden beri, keki çöllerinde cıv...

şizofren

kuzum bir akıl hastasıyım ben hem de en güzelinden şizofren yaprakların rüzgarla sevişirken çıkardığı sesleri çığlık bilmem her bakıştan kamyonlar yüklü anlamlar çıkarmam bu yüzden ve seccadem burnumdan öperken ben yatağımda bulunurum sayıklarken tırnaklarım kenarlarına kadar çıplak parmaklarım toğrağa kök besleyen bir çocuk yaşarken mumyalanmak gibi bazen çarpan bir kalbim varken hala üstüme çöreklenen şizofren sabahı zor eden bir aşık gibi dillerim ellerim çenesi düşmüş bir adam dudak dudağa iki kadından başka bir hiç şimdi güvercinler ilmik ilmik uzun bir rüya ışıklı kalabalık ve panayırlı bir cadde şimdi gözlerim ne de olmasa her şey bambaşka ne de olsa şizofren   Müşir Fuat

Gerginlik

Engellenemez bir yakınlaşmadır gece başladığında Şiire doğru sesim sesime doğru şiir Tüm kazanımlara rağmen sözde mesafesizliklerin adamı Bu dört odacıklı maviliğim eğrilmiştir Fark ettim Sana verdiğim değeri karşılamıyor bana verdiğin değer Aksini ispata hangi laboratuar cesaret eder Çelişkiden doğardı ya hani yepyeni ürünler Ex oldu, cenin sakıt bu sefer Rüzgarı arkasına alıp raylarda kayan tren Bunu bilemedin bunu bilmiyorsun bunu bilemeyeceksin Hüzne fren umuda fren sevince fren Haksızlıksa, hakkımdır tüketmek bu zehirli içkiyi Sanmıyorum yoktur yaşamışlığın bu safran çelişkiyi En azından son bir şiirdir bana verdiğin Acıya da şiire de teşekkürler Bunun içtenliğine inanırım bu adamın da bunun da Son oyun yarım kaldı çoktan kapandı perdeler Kabullendim yenilgiyi ama sen bitiktin birader Müşir Fuat

Fatih'e Döktüğüm İçimdir

Sana bir kötü bir de beter haberlerim var fa Yetmezmiş gibi kızın burcu akrep olması Bak buna ister inan ister mendilini çıkar hüngür Sevdiği de olması cabası Ağırdan alması ondan imiş Bir düşünsünmüş Şak diye aklına nasıl gelsinmiş Nereye dökülür kızılırmak Israr ettim çayı bitirsin de kalksın için Yok babam gözü garsonun papyonunda Garsonla kaş göz edip kitlettim kapıları Dedim ulan boşaltın türkiyeyi Sevgilimle yalnız Sevgilimle özel konuşacaklarım var Açmadığım konu kalmadı kıza Dedim sana erguvani tişörtler beğenirim Ünaytıd kalırsdan ya da nayktan falan Dedim konversten ayakkabı alırım sana Dedim teleferiğe bindiririm seni maçkada Yok babam kızın gözü garsonda Papyonunda mor papyonunda kadife Sonra sevgili şeytan kap dedi kızı Sinek kızı al çık hiltonun en tepesine En aşikar yerine en civcivli saatinde nişantaşında Kendini boşluğa bırakmakla tehdit et Olmadı kızı aşağı atmaya çalış valla dişli çıktı taze laflar etti b...

Piyadenin Şarkısı

Bağışla piyade Düşünmeden öylece: Yürüyoruz her an, Kızıştığında yer yüzünde bahar. Yanlış adımla, Ve kaçışı olmayan, basamaklarda kararsız... Yalnızca beyaz söğütler, Gibi beyaz kız kardeşlerin, bakakalır ardından. İnanma havalara, Aralıksız yağar yağmurlar. İnanma piyade, Söylenir hep, o yüreklendirici şarkılar İnanma, inanma Bahçelerde bülbüller çığlık çığlığa Sürüyor hala, hayatın ölümle hesaplaşması. Zaman bize öğretiyor: Devam ediyorsa hayat, açık kalmalı kapılar... Yoldaşım, dostum. İşte tamamıyla cazip bir görev sana: Daima gezeceksin yollarda, Ve sadece bir şey ayıracak seni uykundan: Neye yürüyoruz durmadan, Kızıştığında yeryüzünde bahar? Nereye yürüyoruz durmadan, Kızıştığında yeryüzünde bahar? Bulat Şalvoviç Okucava Rusça aslından çeviren: Bora Aras

Başka

I. şunlar: yaramaz uçurtmalar -göğe dadanmış- gri kitapların kirli bilgileri kız çocuklarının bize inanılmaz gelen elleri sonra neler bil bakalım: kova burcu bir abla -gerçek- kaybeden ödesin bahisleri meraklısına ölünç dersleri yazısı kamburum ve bunlar bana yetebilirdi balıklarla dertleşmek için bile belki onun annem oluşu, haylanıp adam oluşu şairin, bir esrik vakitte tenin kor oluşu sonra dünyanın ve içindekilerin beyaz bir defterde -evet- beyaz bir nokta oluşu için bile belki HAYY nedense bu kapıdan bir kez girmiş gibiyim kalabalık taşıtların, çılgın seyirlerin çılgınlık nöbetlerinin arasında birden nereye baksam telaş git kendinle kal git kan küçükken şarap yapılamayan üzümlerin sahibi bir gümüş kaşıkla kurcalamıştı kalbimi beni görmeliydiniz dişlerimi dayamışken bir pınara derin mavi müzik berkitirken içimi sürerken zihnimi satranç tahtası zannedip tunç taşları nereye nereye nereye işte bir adam işte bir a...