Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hiç Unutmadığım

Ey seni hiç unutmadığım! Hiç beni hatırladığın oluyor mu? Hâfız-ı Şirâzî

Bir derdim var sevgiliden hatıra

Ben senin derdini kolay yitirmem Can vermedikçe gönlümü sevgiliden koparmam Bir derdim var sevgiliden hatıra O derdi ki bin dermana değişmem. Fahrettin Irâkî

Mâzursun

44. Fasıl İşin gönül çelmektir senin; mâzursun Gam nedir hiç bilmezsin; mâzursun Her gece kan ağlarken ben, sensiz Bir gecen bile yok sensiz, senin, mâzursun Ahmed Gazali Sevânihu’l-Uşşâk (Âşıkların Halleri)

Yadında mı doğduğun zamanlar?

Yadında mı doğduğun zamanlar? Sen ağlar idin gülerdi âlem; Bir öyle ömür geçir ki olsun Mevtin sana hande halka matem. Hâfız-ı Şirâzî

Onun mağlubuyum

Oyun tahtasında bu oyundan başkası yoktu. Oyna dedi; ilave yapmayı ne bilirim? Ben mevcut olan bir oyunu oynadım; Kendimi belaya attım. Bela içinde de onun tatlarını tadıyorum; Onun mağlubuyum, onun mağlubuyum, onun mağlubu. Mevlânâ Celâleddîn

Kazâ-yı mübremi tedbîr ile tağyîr mümkün mü?

Cumaya gitmeden önce son zamanlarda ortaya çıkan sol kolumdaki titremelerin tekrarlaması, Abdullah bin Revaha'nın "ölüm güvercini yaklaşmakta" mısrasını aklıma getirdi.. Bunu düşünerek camiye vardığımda da hutbede ölüm bahsi işlenmekteydi. Secdeye vardığımda alnımın soğuk taş zemine değmesiyle ürpermem bir oldu. Tüm bunlar birkaç gün önce Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan medresedeki kitabeyi anımsattı: Kazâ-yı mübremi tedbîr ile tağyîr mümkün mü? O tîrin def'i kâbil mi râmîdir kazâ kavsi Ziyaret eden ahbâbı desin fevtüçün tarîh Vedûdâ Mustafâ Paşa'ya ihsan eyle firdevsi (Allah'ın kaçınılmaz olan takdirinin yerine gelmesini önlem alarak değiştirmek, yaydan çıkan oku def etmek mümkün mü? Burayı ziyaret eden dostları ölüm tarihi için desinler ki: "Ey kullarını çok seven ve gerçekten sevilmeye layık olan Allah! Mustafa Paşa'ya Firdevs cennetlerini ihsan et.")

Yaseminlerin Sabahı

Gökyüzü bulut bulut uyanıyordu Tanrının büyük yalnızlığından Ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında Ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi Yasemin kokularından bir ışık sokaklarda Gittim denizin lacivert bahçesine oturdum Ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum Arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu Ses değil sessizlik değil zaman değil mekân değil Ağzımda bir çocuktan kalma süt kokuları Kirpik ırmakları dil pınarlari parmak yağmurları Kayaların masalını dinliyordum kumlardan Dağlar gecenin merhametinde çıkıyordu sabaha Ey yalnızlığın yaprak döken mahşeri Ayrılığın büyük harfiydi her şey Sen bir deniz kıyısında gonca zamandın Ben eski şarkılardan eskiydim kımsesizdim İçimde dünyanın bütün akşamları Tuttum ağzının sabahına sözler söyledim Ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü Yalnız ölenler unutur birbirini Seni sevmeye yeni başladım.. Şükrü Erbaş Bağbozumu Şarkıları

Işık Heceleri

Damla damla akıyorsun gözlerimden.  * Şimdi yanında olsam, ağzım dinlesem, saçlarını giyin~ sem, güzelliğinin göllendiği yatağı sevsem, sevsem... Öyle bir hayal ecesisin ki, her yer sensin. Usul usul dökülen mimozalar, azalan limon çiçekleri, ayaklanan hanımeliler, deniz yaprakları, gülen güneşler, rayiha bahçeleri, bulutlu rüzgârlar... Tanrı da senin gibi var oluyor dünyada.  * Günaydın sabah sevinci, uykulu gamze, kuyuların rüyası... Günaydın zamanın tanrısı, ağzımda harflenen sonsuzluk, yürüdüğüm gökyüzü... Günaydın bulut türküsü, el çırpan ağaçlar...  * Yastığa başını koyduğunda başucundaki boşluğa bak. Ayrılık diyordun ya...  * Bir denizden bir denize kocaman bir ışık vuruyor. Işık gül oluyor. Gülün ortasında kırmızı bir ocak, ocağın ortasında dağılmış bir nar, narın her tanesinde dünya var. Yalnız seni sevmiyorum ben. * Usul bir sabah. Tanrı bu saatlerde var etmiş olmalı kendini. Açıklanamaz bir iyimserlik her şeyde. Nar ağaçları...

en güzeli ne biliyor musun polis koydu dediğimiz paraları bavulla geri aldık

- Peki 17-25 aralık operasyonunu nasıl atlattınız? - Onu hiç sorma. Tam seçim öncesi mitinglere başlarken, herkes bizi alkışlıyor ama alttan götürmüşüz. Çok pis yakalandık. Şok olduk. Ayakkabı kutuları, saatler, kasalar. Baktık çıkış yok "Paralel devlet bize kumpas kurdu" dedik. Paralel.  Paraları, kasaları polis koydu dedik. Paralel. Bizim çocukları tahliye ettirdik, bizimkileri tutuklayan polisleri içeri attık. En güzeli ne biliyor musun? Polis koydu dediğimiz paraları bavulla geri aldık. Bavul diyorum bavul. Herşey de milyonların gözü önünde oluyor. Paralel.. bizimkilerden biri takmış koluna 240 bin EURO'luk saati bir de mecliste kalmış saati kendim aldım diyor... fatura ... fatura diye peçeteyi gösterdik. Ama artık akıllanmıştık. Seçimi de kazandıktan sonra durmadık...bin odalı sarayı diktik. . 1000 odalı, aylık elektrik faturası bi milyon. Havuz medyası ve troller olduktan sonra kim takar.  Paralel.. bu arada bir de iki seçim yapıldı, her şeye rağmen ikisini de ...

Uyku

gece, karanlık camlara çöküyor usulca, korlu küller gibi rüzgar, evin avlusunda durmaksızın yerle bir ediyor gölgeleri nilüferin kıvrımları, duman gibi dalgalanıyor duvarda çamların arasında büyücü mehtap ışıksız kandiliyle süzülüyor usulca sanki kör karanlıkta avare ruhunu arıyor bu karanlıktan ve suskunluktan yorgun dedim ki ey uyku, başparmağın yeşil bahçelerin anahtarı gözlerin, dinginliğin balıklarının karanlık havuzu ağlayan çocuğumun yarattığı yükü çekip al ve beni unutmanın peri suretli ülkesine götür Furuğ Ferruhzad Çeviri: Makbule Aras

Sonraları

benim de ölümüm gelip çatacak bir gün ışık dalgalarıyla parıldayan bir baharda uzak ve dumanlı bir kışta ya da feryat figandan arınmış benim de ölümüm gelip çatacak bir gün bu acı,tatlı günlerin birinde diğer günler gibi bomboş bir günde bugünün ve geçip giden günlerin gölgesinde gözlerim karanlık hollere dönecek soğuk mermerlere benzeyecek yanaklarım ansızın bir uyku alıp götürecek beni acının çığlığından boşalacağım defterime usulca kayardı ellerim şiirin büyüsünden kurtulurdu hatırlarım, ellerimde bir zamanlar alevlenirdi şiirin kanı toprak her an kendine çekmekte beni yıldan gelip yetişirler gömülmeme ah, belki aşıklarım gece yarısı çiçek bırakırlar kederli kabrime benden sonra ansızın bir tarafa çekilir karanlık perdeleri dünyanın yabancı gözler dolanır üzerinde defterlerimin, kağıtlarımın ufacık odama ayak basar benden sonra, hatıramdan habersiz biri aynanın önünde yerinde durur bir tel saç, bir taraf, bir elin izi kendimden ürker kalakalırım b...

Veda

gidiyorum; yorgun, solgun, ağlamaklı viraneme doğru sizin şehrinizden Tanrı’ya götürüyorum perişan ve divane gönlümü alıp götürüyorum, o uzak noktaya günahın renklerinden arındırmaya aşkın lekesinden temizlemeye yok olup gitmiş, yersiz bunca istekten arındırmaya alıp götürüyorum, senden uzak kalsın diye senden, ey boş umudun cilvesi alıp götürüyorum onu, diri diri gömeyim diye bundan sonra konuşmayı hatırlamasın diye inleyiş titriyor, gözyaşı oynuyor ah, bırak, bırak kaçıp kurtulayım senden, ey günahın coşkun pınarı en iyisi bu belki de, senden sakınayım Tanrı şahit ki mutluluk goncasıydım ben aşkın eli geldi ve dalımdan kopardı beni âhın alevi oldum, yazık ki dudağım bir daha o dudağa kavuşmadı sonunda yolculuk bağı bağladı ayağımı gidiyorum, dudaklarımda gülümseme, bağrımda kan gidiyorum, gönlümden çek elini ey, hiçbir şey vermeyen, boş umut Furuğ Ferruhzad Çeviri: Makbule Aras

Geldi gam padişahı mahkeme-i hicrane / Yazdılar kayd-ı ebed hicrine eyyamım gel

Geçti sensiz güzelim hicr ile eyyamım, gel, Fark olunmaz gam ile sabahtan akşamım gel. Şamdan zülf-i hayalinle seher-bidarım, Şeb-i zulmetteyim ey şem-i şeb-i aramım gel. Geldi gam padişahı mahkeme-i hicrane, Yazdılar kayd-ı ebed hicrine eyyamım gel. İki kat etti beni hasretin ey kaşı keman, Uzadı servi kaddin tek bu serencamım gel. Zihni sayen gibi bir âşık-ı üftadendir, Vakt-i nev-ruzdur ey serv-i gül-endamım gel. Bayburtlu Zihni

Gam diyarında kodu gittiyse cananın garib

Gam diyarında kodu gittiyse cananın garib, Nale-i cangahdan olmaz dil ü can garib. Şahsar-ı gülde hoş tut bülbül-i şeydaları. Kalmasın ey bağban, gülberk-i handanın garib. Evvela gör küfr-i zülfün sonra inkarın yetür: Bari sufi, durmasın göğsünde imanın garib. Su dök ey saka-yı dü çeşmim hemişe payına, Bağ-ı dilde saye-i servi-yi hiramanın garib. Sorma zahm-ı gamze-i huban-ı asrı Zihni'den Kes ilâcımdan tabîb, destin dermânın garîb. Bayburtlu Zihni

Yasaların vicdanların içinde çalışıyor olması gerek.

Devletimiz zeval görmesin. Milletimiz necip, güzel bir millet. Güzel gönüllü insanlar var. Bir çok haber kanalından konuşmak için, röportaj yapmak için geliyorlar ama hiç birini kabul etmedim fakat böyle bir konuşma yapmak mecburiyeti aslında doğuyor. Ben öncelikle kendim için şunu söyleyeyim; ben günahkarların günahkarı, fakirlerin fakiri, acizlerin acizi bir garibim. Rabbim özel yaratmış, güzel yaratmış, çok sevdi yanına aldı. Bu memlekette artık ikilik olmasın. Bu vahim olayı yapan insanlara da zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına, babalarına da yardımcı olsun. Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok. Teslim olursak içimizdeki bütün güzellikler ortaya çıkacak. Savaşırsak, sonunda nefsimiz kazanacak ve analar, babalar ağlayacak, meleklerin kanatları koparılacak, meleklerin çığlıklarını kimse duymayacak. Duyduğumuz kulaklarımızın, gördüğümüz gözlerin aslında bir anlamı yok. Memlekette herkes bir şey söylüyor; biz ne ocuyuz, ne bucuy...

İslam dünyasının bugünkü görüntüsü Batı’nın Ortaçağ’ını andırıyor

BİR yandan Kuran-ı Kerim’den alıntılayarak “Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir” diyoruz, bir yandan da son 10 yıl içerisinde İslam dünyasında hayatını kaybetmiş 2 milyon insan ile Paris’te öldürülen 12 kişi arasında mukayese yapıyoruz. “12 kişi için yürüyenler 2 milyon karşısında neden sessiz kaldılar” diyerek... Sorunun cevabı açık oysa... Unutulanı, geçmişe bakarak hatırlatayım: Batı Ortaçağ’ı karanlıktır. Hurafelere sahip çıkan din adamları etkisinde kalan Batı insanı, Haçlı Seferleri’yle dünyanın bir başka ucuna ölüm kusmaya giderken, kendi coğrafyasında din adına kan döküyordu. 8 yıl savaşları... 30 yıl savaşları... Jeanne d’Arc... İngiltere, Fransa, İrlanda, İskoçya ve Danimarka’da iç savaşlar... Bütün bunlar değişik dönemlerde Batı’da boy gösteren ve çok sayıda canlar alan din savaşlarıdır. Bunlara ek olarak, 200 yıla yakın sürmüş bir dönemde (1096-1291), kutsal topraklara (Kudüs ve çevresi) doğru düzenlenen Haçlı Seferleri’nde öldürülen yüz binler... G...

"Keşke rüya olsa"

    Uyku tutmaz bu gece, gözler dolar taşar boşalır... Yine yürüsek Taksim'de ne değişecek??... Kadın her geçen yıl daha değersiz bu ülkede... Biliyorum daha da sertleşecek her şey... Yine hafifletme, yine kadında suç arama, yine bulunur bir bahane... Yine aşağılanma... Yine mide bulantısı.... Kadın olmak zor, güzel bir kız olmak çok zordur ülkemde. .. Bugün o güzel yüze baktıkça neler neler geçiyor aklımdan: İlkokulda etek açmayı oyun yapan sınıf arkadaşlarımın hedefi olmak, okul eteğiyle eve yürürken yediğim onca laf, dersane dönüşü karanlıkta hızlanan adımlarım, göğsüme bastırdığım kitaplarım, taksilerin arkayı izlemek için ayarlanan aynaları, çıkma teklifini kabul etmediğim için canımı acıtan okul arkadaşlarım, ev telefonundan yapılan sapık konuşmalar, peşimden apartmana girip 15 yaşındaki bana ereksiyon halindeki cinsel organını gösteren o çoçuğun yüzü, ellerim titreyerek eve kaçışım ve bunu kimseye anlatmayışım, kıçımı hem de bir kanal gecesinde elleyen sarhoş bir ...

Nâzım Hikmet

hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız biz ki sessiz ve yağız bir yazın yumağını çözerek ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze ovayı köpürte köpürte akan küheylan ve günleri hoyrat bir mahmuz ya da atlastan bir çarkıfelek gibi döndüre döndüre bir mapustan bir mapusa yollandığımız biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken tutkulu, sevecen ve yalnız gerek acının teleğinden ve gerek lâcivert gergefinde gecelerin şiiri bir kuş gibi örerek halkımız, gülün sesini savurup bir türkünün kekiğinden tüterken der ki, böyle yazılır sevdamız hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız Hilmi Yavuz

Yollar ve Zaman

sen bir yalnızlığı koşup gittin de bir yerde buluşulur diye, belki de... elbet buluşulur, orda, o yerde... bir hüzün töreniyle kutlanır bulunur birşeyler ve saklanır saklanan Zaman mı, yoksa yol mudur aranır bahçelerde ve şiirlerde kimbilir ki dündür, olgundur kalbimiz yollarsa her zaman biraz küskündür yokuşlarda ve inişlerde... Zaman'dır seni sardığım kumaş bekledin, örtülsün ki yavaş yavaş... erguvandın, kayboldun dilegelişlerde Hilmi Yavuz

Sarnıç

   Dağın eteğine beyaz minareleriyle sarılmış bu şehrin lisesi, zaman geçtikçe daha canlı, daha berrak hatıralarla bize döner, bizi tekrardan içine alırdı. Biz, herhangi bir sınıftık. Herhangi bir son sınıf olduk. Ön avlusu, aynı zamanda burunları, kolları kırık heykellerle süslü bir müze bahçesi, ancak son sınıf talebeleriyle muallimlerin gezindiği bir yer olan liseyi, bir gün ardımıza dönüp bakmadan başkalarına bıraktık. Bir daha buraya ömrümüzün sonuna kadar talebe olarak giremeyeceğimizi bile bile. Bu müthiş bir şeydi! Biz ne kadar seviniyorduk!.. Sanıyorduk ki, mütemadiyen bir güzel şeyi geride bırakacak, bir daha ona sürünemeyecek, onun içine giremeyecek, bir anı bir daha yaşayamayacaktık.     Önümüzde hayat… Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu. Çoğumuz evlenmiştik. Birbirimizi liseden beri bırak...

Son İtiraf

Yıllar geçti, sevgili Manuel Valadares. Şimdi kırk sekiz yaşındayım ve zaman zaman, özlemimden, hep bir çocuk olduğum izlenimine kapılıyorum. Birden ortaya çıkıverecekmişsin, bana artist resimleri ve bilyeler getirecekmişsin gibi geliyor. Hayatın sevilecek yanlarını bana sen öğrettin, sevgili Portugam. Şimdi bilye ve artist resmi dağıtma sırası bende, çünkü sevgisiz hayatın hiçbir anlamı yok. Ara sıra sevgimle mutluyum, ara sıra da yanılıyorum; bu daha sık oluyor. O çağlarda, bizim çağımızda yani, yıllar önce bir Budala Prens'in, mihrabın önünde diz çökmüş "Budala"nın, gözleri yaşlarla dolarak ikonlara şunu sorduğunu bilmiyordum. "OLUP BİTENLERİ ÇOCUKLARA NİÇİN ANLATMALI?" Gerçek, sevgili Portugam; bunları bana çok erken anlatmış olmalırıdır.  Hoşça kal! Ubatuba, 1967 (şeker portakalı'ından) Jose Mauro de Vasconcelos

Yalın Ölüm

"Beni hatırlayın dostlar" demeden Hatırlanmayı bir küçük çocuğun, Bir insan ömrü kadar ancak yaşayacak Beynine bırakır ve ölür kanarya... Bizim ömrümüzün son buluşu, kalın Bir cilt gibi... Oysa bir gül yaprağı gibi ince ve yalın Olmalısın Ey Ölüm. Hüsrev Hatemi

Su

Konuşmam artık, ağır sözler söylemem bir düş için sabahları göğsüme sedeften bir çiçek işlerim Hiç bilmedim,konuştuklarımdan ne anladın, ormanın korkunçluğunu söyledim, ovanın serinliğini sustum, sen uzun bir uykuyu uyudun, ben düş gördüm Durmadan bir yoldan söz ettim: suyum ben, adımı unutmadım, dolanıp, bir gün yanına düştüğüm bir dağdan söz ettim; dünyanın işine karışmadım, beni avutmaz dünya, beni tutmaz da, dolanıp içinde kirinin yine temiz geldim. Göğsümde sedeften bir çiçek taşırım: bir büyü bu, hayata karşı yaptırdım konuşmam artık, kalbini kırdımsa senin bil ki yanına düştüm. Birhan Keskin

Ova

İki yanım dağ,üşüdüm heybetinden Bir adım daha güneşe, bir adım daha bir adım derken... genişledim uzağım artık kendimden. Kurumuş bir bataklık göğsümde, ayaklarımdan uzak duruyor su. Ve sessizliğin yankısıyla kuruyorum kendimi yeniden Mutlak ıssızlıkla buluştum, mutlak kopmuştum hatıradan. Bir şey değilim ben, geç benden. Ağaç tutunacaksa bende, köklerine güvensin yol gidecekse, varsın gideceği yere. Sabahın sisi ayaklarımı yalıyor gece de geçecek benden. Sustum. Yeryüzü olacağı gibi olsun. Açtım kendimi, dümdüz,ovayım ben. Rüzgar vurdukça bana çınlasın çimen. Birhan Keskin

Yolcu

"Şimdi" ve "Burada"olmanın kederine karşı çıkmadım. Dünyada iki kapılı bir han gibi durmanın, buraya böyle gelmiş olmanın, geçene yol açmanın, ki içinden rüzgar geçirmenin ne büyük güç istediğini anladım. Durmanın en büyük sabır... İçimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki, bölünmüş bir hatırayım ben dünyaya dağılan. Ve şimdi biliyorum, neden, yaş akıyor atımın sol gözünden Birhan Keskin

Yaprak

Yorgundum.. köklerimdeki uğultuyla ölümü beklemekten... yaz bitmişti.. bir deprem sesi geliyordu.. yaprağını savuran ağacın köklerinden. Ben doğurdum seni.. içimdeki kaynaktan, acı sudan.. ben doğurdum seni, bir hayal için.. ödünç bir bahardan. Birhan Keskin

Kırık Anafor

Kıraç, boz ve kurak bir boşluktayım kilimleri rüzgâra karşı astım ben burada sapların üstünde öğle uykusundayım dünya aşağıda dağlar uzakta ben küskünüm ama şu yamaç kadar ama rengarenk, rüzgârda kilimler ve harman sonu, yorgun yaprak, kaçkın keler. Üzerine akşamın kapandığı gölüm ben Bir kez hatıra ettim aşkı, bir daha etmem. Seyrek salkımım bağda Güz geçmiş üstünden ve tenha. Göl gibi misin, Göl gibi misin? Göl gibisin hea!Rüyadasın, hey, rüyasın. Bir su şiirinde Gürültüyle konuşuyorsun Aşağı iller, Susmuş şimdi. Oyy!sa Birhan Keskin

Estradıol 5.8

Eksildim ben, azaldı içimdeki su Yeşermiyor cümlem. Oysa Ben senin bir kimsenim, sensin esin. Buna inandım uyudum, Uyandım bununla durdum. Narın içinde canım niye kanıyor? Birhan Keskin

Bahçe

Bilmem bu yalnızlığı nasıl atar üstünden Bu kış bu bahçe. İlhan Berk

Kızaran nara benzersin, dalın tepesinde

Kızaran nara benzersin, dalın tepesinde; En yüksek dalında unutulmuş, bir ağacın. Hayır, unutulmuş değil, yetişilememiş. Sapppho

Sedat Bozkurt ile Türkiye'nin ve Siyasi Aktörlerinin Hâl-i Pür-Melâli Üzerine Röportaj

-Erdoğan'ın "sır küpümdü, istifasına olumlu bakmıyorum" dediği Hakan Fidan istifa etti, nasıl değerlendiriyorsunuz? ERDOĞAN HOŞLANMASAYDI FİDAN İSTİFA ETMEZDİ Hakan Fidan'ın Erdoğan'ın açıklamalarına rağmen MİT müsteşarlığından istifa ederek milletvekili adayı olamayacağına dair inancımı muhafaza ediyorum. Erdoğan ve Erdoğan'ın yanında pozisyon almış siyasal kimlikli insanlar tam tersini, Erdoğan'ın bu işten hoşlanmadığını söylüyorlar. Hoşlanmasaydı "hayır kardeşimle" başlayan bir cümle kursaydı, Hakan Fidan istifa etmezdi. ERDOĞAN İSTEMEZSE DAVUTOĞLU BİLE ADAY OLAMAZ Recep Tayyip Erdoğan Hakan Fidan için "sır küpüm" diyor, bu dönem için söylemek gerekirse gerçekten birlikte çok operasyonel işler yaptılar. Gerçekten de Hakan Fidan, Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu'nun sır küpü, kolay kolay vazgeçemeyecekleri, karşılarına alamayacakları bir isim. O yüzden, Hakan Fidan'ın isteklerine karşı fazla direneceklerini tah...

Büyük Gözlü Kız

Büyük Gözlü Kız bize bakıyor n’olur kaldırma kendini göz önünden Büyük Gözlü kız evimize konuk aynadaki yara onun yüzünden değil şehrimizden geçen trenin arka odasındayız birbirimizden başka sınırımız kalmamış önce büyük seviş, sonra beni sev birlikte bir daha çıkarsa ateşimiz kendini hâlâ yanan kadından kurtarma Büyük Gözlü Kız hepimize gücenir onca kötülükten bir iyilik çıkarabildi onca lüks, onca kayıp taşındı iyiliğe başkalarının uzaklığından taşınan herkes Büyük Gözlü kızın komşusu oldu mendilinde başkasının gözyaşını taşıyan herkes, Büyük Gözlü kızın gözleri doldu  beni ayart ve ayarla Büyük Gözlü Kız vakit mi, o zalim bana uzak geçiyor Büyük Gözlü Kız benden onu isteme beni aldatmak için bile beni kullandığını bu yüzden ikimizin sende kaldığını biliyorsun her prens baloda boğulmuyor Büyük Gözlü Kızı bulduğum için Büyük gözlü Kızı çocuk bulduğum için öyle zarardayım ki özür dilerim, beni eskisi gibi anlasın istiyorum; cinnetine ulaşmak içindi ist...

Eskiden Terzi

beni eskit, bir terzi çıkar fazlalıklarımdan, prova yokmuş meğer! acıyan ve acıtan ten var oldukça gövde dikiş tutmuyor eskiden terziydim, dar vakitte dükkanım vardı, ilk gömleğim tez uçtuydu tenimden, o hevesi artık gönlüm seçmiyor teninden bir yağmur biç bana da aramızın açıldığı yerden, o makas hatırayı paslı bıraktı! düğmenin yeraltında ten yokmuş tenhadan başka şimdi heves bol geliyor Haydar Ergülen

bir gül yaprağı gibi ince ve yalın

Kendime karşı "bir gül yaprağı gibi ince ve yalın"  olmaya çalışacağım. Hep senden istiyor,      sana hiçbir şey vermiyorsa Kendine yazmanı istiyor,      sana iki satır yazmıyorsa Hediyeler almanı istiyor,      sana hediye almıyorsa Kendisiyle bir gelecek kurmanı istiyor,      sana bir gelecek kurmuyorsa İşinde yanında olmanı istiyor,      senin işini kurmuyorsa Çevresinin ne diyeceğini düşünmeni istiyor,      senin çevrenin neler diyeceğini düşünmüyorsa Her zaman yanında olmanı istiyor,      senin istediğin zaman yanında olmuyorsa ... "bir gül yaprağı gibi ince ve yalın" olmadığım ortaya çıkıyor.

Sana Bu Yaradan Ölüm Yoktur

(Sana bu yaradan ölüm yoktur,) Sana bu yaradan ölüm yoktur, Anan sütü, çiçekler merhemdir sana! Bir doktor sizi falanca hastalıktan Yatırıp tedavi etmek ister Zararsızdır bugün yarın ertelersiniz Bir gün gittiğinizde Sert bir hastalık el hareketiyle İter ötekini geçer öne. Siner eski hastalık, şaşırır doktor Ve hasta şimdi can derdinde. Ben sizi başka şey için Yatıracaktım. (Gözlerinizi kapatmanız gerekir) Gözlerinizi kapatmanız gerekir Sizi ölmek üzre görürlerse Bir bağ olsa da Bağlasanız iyidir Gözlerinizi. Çözmeseniz iyidir Bağ ayırır sizi İstemediğiniz şeylerden. (Çıt yok bellekte) Çıt yok bellekte Acı anıları ilerlere kaçırmıştır Çocuklarını kurtaran anne gibi. Behçet Necatigil Şiirler / YKY Yayınları (S.482-483)

Denizde Şarkı

Ben hep böyleyim işte köpüklü dalgalar Şiir yazmak için gelip size bakarım Güzelliğinizden-iyiliğinizden söz ederim Rüyalarıma da girersiniz benim Ama bana hiçbir parçanız bir gün ''Güzel kız merhaba'' bile demediniz Günler günü sahilinizde duran bu kızın Hatırını bir defa olsun sarmadınız Sizin aklınız mı var sanki Köpük köpük kendinizi kendinizi taşlara vuruyorsunuz İnsan kardeşlerim sizi sevdikçe Siz neden öyle kuduruyorsunuz Bakın, ben niye geldim bana baksanız ya Ben balıkçı değilim balıklarınızı çalmam Ben gemici değilim sizi çiğneyip geçmem Ben yüzücü değilim kollarımla sizi döğmem Ben fırtına değilim sizi sallayıp üzmem Ben iyi kalpli şair bir kızım Yirmi beş yıldır sizin dostunuzum Rabia Bayraktar

Montreal Mektupları - Onüç

'Arkadaşlar burada buluştu ve kucaklaştı Sonra her biri kendi yanlışı peşi sıra gitti' W. H. Auden Gitmek fethetmektir Yahut yenilmektir kan kusarcasına Hikayen doğrulanmalı uzaklarda Sessiz bir onay, mütebessim bir baş eğiş Ararız sokulduğumuz her sokakta Oysa gençken nasıl da çırpınırdık yanlışlanmaya Öğretsin isterdik hayat, bildiği ne varsa Acımadan, susmadan, kafamıza vura vura Gitmek bükülmektir yalnızlığa Öğle sonu güneşine çarpmaya Aday bir haylazlık, okul kaçkınlığı Yetişkin mazereti berduşluğa Çünkü sen koynunda bir güneşle dönersen Yazın ilk günleri okula Mağrur bir padişah gibi surları yıkarak Yani çitlerden atlayarak saklıca Hep gidecekmiş gibi yaşarsın da Dünyada bir gurbet tadı olur ağzında Gitmek özlemektir doya doya Karnaval misali bir uykuya Karışıp kaybolmaktır Gitmek dönmektir güya Kaçı döner gidenlerin Dönenlerin kaçı gitmiştir ya da Gitmek hazırlanmaktır Mihr ü mah arasında Çıkacağın son yolculuğa. Kemal Sayar