Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Efendimsin cihânda i’tibârım varsa sendendir

Efendimsin cihânda i’tibârım varsa sendendir Miyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir Benim feyz-i hayâtım hâsıl-ı rûh-ı revânımsın Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir Veren bu sûret-i mevhûme revnak reng-i hüsnündür Gülistân-ı hayâlim nevbâharım varsa sendendir Felekden zerre mikdâr olmadım devrinde rencide Ger ey mihr-i münîr âh u zârım varsa sendendir Senin pervâne-i hicrânınam sen şem’-i vuslatsın Be-her şeb hâhiş-i bûs u kenârım varsa sendendir Şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dâğdır sinem Çerâğ-ı türbetim şem’-i mezarım varsa sendendir Gören sergeştelikde girdâb-ı dest zann eyler Fenâ-ender-fenâyım her ne varım varsa sendendir Niçün âvâre kıldın gevher-i gaitanın olmışken Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir Şafak-tâb eyledin peymânemi hûnâb ile sâkî Sabâh-ı sohbet-i meyde humarım varsa sendendir Sanadır ilticâsı Gâlibin yâ Hazret-i Mevlâ Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir Şeyh Galip        

Tutkularım Bitti

Tutkularım bitti. Düşlerimden de soğudum. Sade çilem kaldı bana, Kalbimdeki boşluğun meyvası. Zalim kaderin fırtınasıyla, Söndü gürbüz hâlem. Üzgün ve yalnız yaşarken, Beklerim, gelecek mi sonum? Böyle duyulurken fırtınanın kış ıslığı, Bir yaprak; Çıplak dalda tek başına, Geç soğuklarla vurgun yemiş, Titriyor, çok geç kalmış. Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

Gece Bitkilerinden

Gece bitkilerinden korkuyorum, Hayır, geceleri bitkilerden! Gizlenirken vurulmuş ulaklara ağıttır Bana açtığın her telefon. İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman Ancak parmak uçlarıyla değebilen İki kol. An ki fıskıyesi sonsuzluğun Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Cemal Süreya

Son Çiçekler Hep En Tatlısıdır

Son çiçekler, hep en tatlısıdır, Ovaların süslü goncalarının. Onların da ardından anılar, Hep hüzünlü, ama canlı kalır. Bir acı ayrılığın anısının, bazen, Sevecen bir buluşmanınkinden, Çok daha canlı kalması gibi. Aleksandr Sergeyeviç Puşkin Seçme Şiirler 1825 Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım. http://www.ateslekarsilikveren.com/

Kiraz Çiçekleri

Bu güzel bahar gününde Niye bize acı veriyorsun Bu kadar hızlı yapraklarını döküyorsun? Güzel kiraz çiçekleri Biraz daha kalarak dalınızda Sevindirsenize bizleri? Ki-No Tomonori

Eylülde Unut Bunları Çocuk (Hafıza Kayıpları)

acı bir çaresizliktir gülümsemek dedim küskün yanlarına mütercim sözlerin kanadı güldün acın büyüktür aklına çocuk acın; acımdır gülüşlü felaketim say ki bir babayım ve muğlaktır hüzünlerim düşün ki iliğim hüzünlü bir kızın yağmurlu sunağıdır muğlak bir acı ne kadar büyütebilir ki seni unutma; acısını anlamsız şiirlerin yüklendiği şairler Allah'tan almışlardır renklerini ki Allah'ı severim ve yine unutma; şiir bedbahtların işidir gül kırmızıysa ten ıslıklı bir felakettir gül varsa... eşkiya yüreklerini çocuklukla bezemiş şairler de vardır ve benim hiçe dair devinmelerimde şaire ve acıya öykünen sayrı sanrılarım dedim ya severim Allah'ı unutma ki; şiir deliler içindir gülleri sevme çocuk! onlar kıskansın yedi karanfilin olsun düğümlerine aklını verdiğin telaş bilmez mevsimlerin olsun.. benim de her şeye verecek bir kirpiğim vardır gözlerimse sana bütün aylar eylül gelsin diye gelip geçerler bundandır telaşları gözlerim eylüldür ve sana ku...

Yutkunma Resimlerimin Öyküsü

boğazıma yutkunma resimleri çiziliyor durmadan bu tren şu çocuk mavide uzaklaşan o vapur ayıp ayıp gülümseyen memeleri çorak kızdan söz etmemi beklemeyin utanıyorum ötede mızıka çalan yaşlı adamdan (daha önce de yutkunmuştum martılar gülümserken) titrek bir yutkunmak gibi duruyor karşımda oturan yaşlı kadın seğiren sol gözüne bin yılların yazgısını saklamış sanki esaslı ve mahcup törelerden çıkıp gelmiş belli hâlâ seğiriyor sol gözü hâlâ mahcup ve hâlâ görücü usulü (anneme benzetmek istiyorum kadını.. göz seğirmesini) sarışını kirli çocuk yara bandı satıyor esrik sesiyle ekmek parası kazanacak; kaygılı her sattığı dipsiz bir yara açıyor ruhunda bense sevgilimin göğsünden emiyorum hayatı bir parazit gibi deviniyorum bu hengamede ve nerde mahzun bir çocuk görsem bir suç gibi üstleniyorum her çıkmazı sevdiğimin saçlarını kuşanıyorum çaresiz; (çocukların yaralarını kim saracak? telaştandır soruların bazısı) 'rayını sevmez ve terkedemez bir sürgündür' ...

Çocuğan

bu bir geç kalıştır. akşam duruşlarında alna vuran ürpertinin direklere benzeyen düzenli gizlenik adamında bir kadın bir geç kalıştır taş kapıdan ürkek bir güvercin aşağı sokaklara uçuşan saçlarıyla ilk akşam vuruşuna kadar ardında gizlenir bütün seslerin bu koşu büyür elbet geçmiş bilinen çehreler sırasından açıkça saçları belirir bir gözleri bakar dudakları gizlenir ağzına burada yoğun bir savaştan inmek gerekiyor Taşlarla koşuyu en yakın sonuna örtmeli güçleri buğudan atları kırbaçlarla kavga gider yol uzayınca bitirir şarkıyı şapkayla şaraba sabahsız uzanan ellere bir keklik dimdik bakınır bir kazanca dokunur aklıyla Dünya sırtına çevrilmiş hamalın yorgun kalkışı şehrin torbalanmış sıcağına kalabalık bir şaldasın arkandan bir şovalye gelir üzgün ve eski zincirlere benzeyen yanlışlarıyla tutarsa kolunu özgürlüğüne tutar sen savrulup gülmektesin dağı anlarım durur kızmadıkça dağılır buzlar yolları kesilince akla dümdüz demir atıp ancak d...

Toprak

Babam hemen hakanolur kervan yüklü geceyi taşıyan ormanda bar bar bağırır develerini Durmaz babam Öncü seher yıldızından apaydın olan başını savaş uçlarında ölçer soylu oyunlarıyla düşmanın güzel borazan seslerini Savaşa gerilir babam elinde bir karanfille bekler atılır kentlere Sular direnir Çünkü padişah hala güneşe bakar Akşam geç yürür denize sonsuz savaşlar kaçan atlar yük bilek sayısız güçle açılan bir saray kapısını kapatır ve padişahlar sorarlar ava koşan avdan dönen kanter avda koşan mızraklarını Sancılı bir duruşla taştan çocukların serce dolu bavullarını açarlardı seccadeler şehzadelerin artist sessizliğine son büyük soygun son büyük insanın içinde yaşatmak duran sayısız ince parmaklarını medrese parmaklarını vakıfhan parmaklarını ...ve barış parmaklarını palyaço resmen saklı maşalarla taşır sehpalara oysa babamla bir kraldı anam ilk ve sonsöz kitap açardı önüne Adını ona göre koyardı bir şehrin ve  şehri kendine getirenlerin ...

Ayaküstü Arabesk Sayıklamalar

Uçuruma yazıyorum artık her şiiri şuaranın duyum eşiğine sarısına eylülün; ter ve şehvet kokan usulca aralansın diye gizemin perdeleri adınla başlıyorum her sabah hayata ölümse imgenin ayrılığa durduğu anmış senden sonra maverada diz çökmüşüm leylican Gidersen annesiz kalırım demiştim gittin geceyi örterek titrek öksüzlüğüme gül de esirgiyor artık soluğunu manolyalar küsmüş bir de krizantem çiçekleri ayın da yarısı tutsak bu gece alıp gitmiş başını bahçıvan şakağı acıdan kararsız bir çocuğum artık öyle yadırgı bakma bakma nolur leylican Sığın şimdi felsefeye gitarların mistik tellerine sığın ve unut tebessüm isteyen renkleri şehrin kasıklarını göm asi gözlerine ve şiirde unut perçemi kanlı çocuğu elbet uçurtmalara yataklık eder uçurumlar ve elbette yürek mumuna teslim olur rüzgarlar ne de olsa vefa denince dağ gelir akla İhanet denince insan kırdın beni küstürdün gözlerimi zeytin dalı hançer yedi leylican dövün şimdi ve yol saçlarını hicranın suların bıçkı...

Su

Taşlanan kadınlar yankır girdap duvarda ve sırları çözük aynalar bir aynanın civarda hayvan otlağındaki benzeri yüzler kuyuya inen gözü terkeder sıcaktır orfe yaklaşır kavalsız ve çılgınca döner kaderine bir kez daha bakar açlığa üşümeye kartalın alnında duran yıldıza bir  kere daha daha yalnızlığa kati ve aşk geçerliliğini ortaya koyarak ulusal ve benci iki  çingene arasında bir kere daha yalnızlığa atılarak Yerin içinde yüzlerle hücum bütün özentili yekinmelere doğru karşı bütün nedensiz gençliklere doğru karşı bütün...............doğru karşı aç olan karın soylu olan yoksulluk ve mızrakla gelen alın yerin gezisinde insan vardır ağulu bir diş put taşında doğacak çocukların toplandığı çadır taşında ava çıkmıştır Aşk tunç çekmiştir bizle olan sırttına birbirini çaresiz bırakan çehrelerin yaralı ceylanı bulup tepindiği (Fırat birden bire kaybolur bir mağarada) sevenin kurbanla alınıp kurbanla ödendiği güneşin aşktan sudan ve topraktan daha hızlı y...

Gülcemal

Gülcemal geçiyor gözümün önünden Geçip gidip Boğaz’a dalıyor Arkasından bir sürü martılar Bir ilkyaz sisi Ve bir sürü gözyaşları… Nereye böyle nazlı gemi… Toplayarak geçmişin bütün izlerini Bordasına yığarak anıları ve acıları Daldın yine Boğaz’ın karanlık sularına Nereye böyle yine Yine Beykoz’daki evine mi? Görüyorum gidiyorsun bütün güzelliğinle Ey Gülcemal! Adınla yaşa emi… Geçmişin bülbülleri Çamlıca tepesinden seni gözlüyor Türküler söylüyorlar, seni seviyorlar Ey nazlı gemi.. Ey hayalet gemi Geçmişte bıraktık bütün gidenleri.. Gülcemal… Adınla çok yaşa emi! Erdal Ceyhan

Geceyarısı ayazında

Geceyarısı ayazında Korkuluğun gömleğini giyip Uyuyacağım. Matsuo Başo Çeviren:Erdal Ceyhan

Ve Sonra

Zamanın o gizemli yolları yokoldu. -Geriye bir çöl kaldı- Tutkuların çeşmesi kalbim yokoldu. -Geriye bir çöl kaldı- Şafağın izleri ve saf öpücükler yokoldu. -Geriye bir çöl kaldı uzayıp gider bir çöl- Federico Garcia Lorca Çeviren:Erdal Ceyhan

Yedi Fincan Çay

İlk yudum dudaklarımın ve ağzımın pasını alır İkincisi yalnızlık üzüntüsünü alır götürür Üçüncüsü ruhumun kuru kaynaklarını harekete geçirip …..nice hikayeler anlattırır Dördüncüsüyle hayatın acıları tenimden ter olur uçar Beşincisiyle kaslarım dinlenir, kemiklerim yumuşar Altıncısıyla ölümsüz atalarıma giden yolu bulurum Yedinci yudum; Almayayım kalsın! Alsaydım Taze rüzgarın kanatlarımı okşadığını duyacaktım Penglai‘ye doğru gidecek daha çok yolum var. Lu Tong Çeviren: Erdal Ceyhan     

Uzaklardaki Birine

Seni unutmak istiyorum, fakat boşuna Bırakıp gitmek istiyorum, fakat yollar kapalı Omuzlarımda da bir çift kanat yok Saçlarım zaten beyazlarla kaplı Öyle durup düşen yaprakları seyrediyorum, Bazen de kulenin en tepesine çıkıyorum Akşam karanlığında gölgeler iniyor öylece Sonsuz bir hüzün gelip oturuyor gözlerime. Po Chu Çeviri: Erdal Ceyhan

Göle Bakmak

Göle bakıyorum görmek için gölgemi sularda Saçlar ak pak olmuş, yüzüm beyazlaşmamış ama. Gençliğimi yitirdim ve artık bulamam bir daha Boşuna çaba, suları karıştırmak boşuna! Po Chu-I

Tipi

Tipi var dışında penceremin Sobaya karşı elimde kadehim Balıkçı sandalım yağmurda ne yapıyor Uykusunda güz nehrinde sürükleniyor. Du Mu  Çeviren:Erdal Ceyhan

Eşime

Beyaz saçlarımın arasından bazen söylenirim Kadınım sorunlarımı benimle paylaşır Lambanın altında elbiselerimi yamar Küçük kızımız yatağında oynar Perdelerimiz ve sivrisinek tüllerimiz eskidi, soldu Güz soğukları iyice yorganımızdan içimize işliyor Fakat O’nun yoksulluğu daha da kötü olabilirdi O, Qianlou ile evlenmediğine dua etsin. Po Chu Çeviren: Erdal Ceyhan

Geçmiş Yinelenebilir mi?

Bir filmi birçok kişi seyreder, ancak her izleyici filmden aynı biçimde etkilenmez. Çünkü izleyicilerin farklı geçmişleri, farklı ruhsal yapıları, farklı kişilikleri vardır. Öte yandan, bir kişi bir filmi ikinci kez izleme fırsatı bulursa ilk izlemeden farklı bir süreç yaşar. Belki filmden yeni tadlar alır, belki de önce neden beğenmiş olduğunu kavrayamaz bile. Çünkü iki izleme arasında kişi yeni deneyimler yaşamıştır, artık o filmi ilk izlediğindeki kişi değildir. Bu sürecin bir başka boyutu da kişilerin gösterim sırasında filmle, daha sonra da birbirleriyle iletişim kurmalarıdır. Bu etkileşim, sinema filmini cansız, selüloid bir şerit olmaktan çıkarır, canlı toplumsal bir olaya döndürür. Bir film, her seyirci için özel bazı anlamlar taşıdığı gibi, aynı seyircinin filmi her izleyişi de birbirinden farklı, özgül olaylardır, yani aynı filmi iki kez seyredemezsiniz. Bu etkileşim biçimi diğer sanat ürünleri için de geçerlidir. Aynı şiiri yirmi yaşında okumakla kırk yaşında okumak kuş...

Soğuk Dağ

Soğuk dağ giderek koyu yeşile dönüyor Bir türkü tutturmuş da sonbahar ırmağı akmakta Bastonuma dayanmışım küçük kapının altında Yaşlanan Ağustosböceğini dinliyorum epil epil rüzgarda. Wang Wei

Uçuyor Troyka Yel Gibi

"Koru Beni, Tılsımım" Koru beni, tılsımım, Koru beni, izlenip örselendiğimde, Koru, pişmanlık ve telaş günlerinde: Bana kederli bir günde verilmiştin sen. Çevremi kuşattığında Kuduran dalgaları okyanusun, Bulutlar fırtınayı patlattığında, Koru beni, tılsımım. Yaban ellerde yapayalnızlıkta, Koynunda can sıkıcı rahatlığın, Savaşın kızıştığı anda, Koru beni, tılsımım. Kutsal ve tatlı aldanış, Büyülü yıldızı ruhun... Gizlendi benden, ihanet etti... Koru beni, tılsımım. Bırak, tazelemesin bellek Yatışsın sonsuzca yürek yaralarım; Elveda ümit; uyu, istek; Koru beni, tılsımım. Aleksandr Puşkin Çeviri: Ataol Behramoğlu

Yirmi Bir Yaşında

Tam yirmi bir yaşımda işittim Akıllı bir adamın dediğini: “Tacını, tahtını, malını mülkünü ver de Fakat sakla beynini kendine İncilerini dağıt, elmaslarını Fakat düşlerinden vazgeçme.” Ne yazık ki yirmi bir yaşında Kavak yelleri eser insanın başında. Tam yirmi bir yaşımda Bilgenin yine dediğini işittim Göğsünün altında çarpan kalp Boşuna verilmemeli Niceleri iç çekerek bunu ödedi Pişmanlıkla satarak yüreklerini.' Bugün tam yirmi iki yaşındayım Ah, bu sözlerin doğruluğunun şimdi farkındayım. A. E. Housman Çeviren:Erdal Ceyhan

Gidiş

Biraz önce senin dağdan aşağı gittiğini gördüm Batan güneşin altında küçük kapıyı kapattım Gelecek ilkyazda elbet çayırlar yeşerecek yeniden Ama bir daha dönecek mi uzaklara giden? Wang Wei

Bir Çiçek

Bir çiçek gibi görünüyor, fakat değil Sis gibi görünüyor, fakat değil. Tam geceyarısı geliyor, Sabahleyin gidiyor, Çok sürmeyen yaz düşleri gibi geliyor Ve sabah bulutu gibi gidiyor: Onu bulmak ne mümkün. Po Chu-I Çeviri:Erdal Ceyhan

ürpermeyen kalp

Hutbede Hoca efendi, Peygamberimizin; "Allahım ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duadan, fayda vermeyen ilimden ve bu dört şeyden sana sığınırım." Hadisini zikretti. O sırada bu hadisin "ürpermeyen kalpten" ifadesinden gözyaşı dökerken, bir yandan da; 'yanımdaki namaz kılan biraz ileri gitse ya, duvarın dibine sıkıştım' diye düşünüyordum.

Ölüm Noktürünü

seninle karşılaşıp solduğum andı ölüm yüzüne baktığında tutuşup yandı ölüm çoğaldıkça çoğalan bir sevda ülkesinde ellerine dokundun; sana inandı ölüm o efsunlu, yağmurlu, hercai gözlerinden uçan kelebekleri mutluluk sandı ölüm akkor dudaklarından ağı düştü içime yollarında yürürken sanki insandı ölüm viran eylediğin gün yorgun hayallerini ayrılıkla, hüzünle, aşkla sınandı ölüm bir ömür vuslatını bekledi boynu bükük bilmem ki aşk uğrunda neden kınandı ölüm süründü yıllar yılı karanlık köşelerde benim gibi kıvrandı, kahra dayandı ölüm her akşam tufanında harap oldu güneşim gece baygın bir rüya, gündüz hülyandı ölüm sensizliğin en ağır fermanıydı içimde dudaklarımdan sızan bir damla kandı ölüm ölüm seni sevmektir bir celladın elinde bilmem hangi yürekte böyle sultandı ölüm Nurullah Genç

Hüzün Çocuklar İçin Arada Bir Yaşlılar İçin Sürekli

hüzün çocuklar için arada bir, yaşlılar için sürekli atılan ağı dolduruyor ırmak balığı deniyor terzi yüreğini iğnesinden kurtarıp pazarları ben sevgilenmeyi denerdim, bıraktım şimdi gerçek derliyorum, ipe diziyorum beni doğrulayanı seçiyorum bir o kadar beni doğrulamayan kuşkulansam, kuşkulanmıyorum o zaman caymıyorum kendimi doğrulamaktan bir atlayıp iğnemi bir batırıyorum terziyim hafta başı balığa çıkamayan göğü atlıyorum. geniş göğü, ferah balkonları atlıyorum mutlu çocuk yüzlerini atlıyorum atlıyorum suyu, soluyan diri atları yaylaları ormanları atlıyorum da varıp ellas'ta duruyorum. gecenin ellas'ında iğnemi, benim iğnemi ellas'ın yakarısına: -inişlerde dolgun diri salınan mısırları boyayacak mısın? ay sarı ay, usul ay dağıtacak mısın gökyüzünü orda burda eski duvara, tahta çite, asma köprüye ay sarı ay, usul ay kavruk, kara, yorulmuş ineğimi tazeleyecek misin? patikayı düz edip uçurumu örtecek misin? ay sarı ay, usul ay hüzün çocukla...

Bağlar

Solmamıştık daha çağla zamanlardı siz ikiniz getirdiniz kücük kızlar birinizin iri mavi komik bakışları öteki sessiz edilgen mavi, taklidini yapardı dünyanın dönülmez yerlerden Ulvi Uraz esintisi abla kabuğum içine sığdıramadığım neşe müzik odasında kaçak dakikalar pencerede diz boyu çayırla arka bahçe o günlerden bu günlere siz neyi taşıdınız ben neyi taşıdım? vardı bir şeyler elbette o zaman da vardı ama Afgan şehirleri masal olmamıştı daha Iraklı çocuklar, anneleri... Irak kül, Irak yıkıntı Ortadoğu yara dünya Şimdi gündüz sanki yokmuş atlayıp geçiyor gökyüzü geceler düş düş düş yuvarlağın bir yerinde durmadan büyüyen kara leke Leke haşindir, bakanı incitir yaralar göreni körlüğü yarattı ilkin o yüzden medya o günlerden bu günlere siz neyi taşıdınız ben neyi taşıdım? Ziverbey köşküne bitişik duran bir evdi Istanbul güllerle çığlıklar arasında körmüşüm, kördüm ben o zaman güneş dışımızdan geçip gidiyordu Sıcak yapı soğudu mu ziyadesiyle s...

Beni Rüzgara Verme

Öfkeli bir deniz gibi Üstünden atma beni Yazdığın gibi silme Yumlama parçalama Ne yapsam kırılmaz diye İtme koca dağlardan Gidip gelip ağlatma Bu bensiz yapamaz de İçinin derinlerine sakla Gösterme kimseye beni Gönlünde tut bırakma Kuşlara parçalatma Çöllere koyup dönme Gözden çıkarma beni Tam her şeyimi aydınlatırken Yeter bu kadar deyip sönme Bir gidip bir gelip Çocuk gibi oyalama Korkutma yıldırma beni Beni sakın bırakma Afşar Timuçin

Yazarlar ve Aşkları

Bazı insanların hayatlarının ortasına kaderleri bomba gibi düşer. * Henüz aşk ona tokadını atmadı. Aşk Dostoyevski'nin acıya hazır hâle gelmesini bekliyor. Aşk, kafası karışık bir entelektüele değil, acıyı yüz hatlarına yedirin bir adama nefesini üflemek istiyor. ... " Gençliğim üzüyordu onu açıkça ." ... Anna gerçekten sevmesini biliyordu. Sanki yirmi yaşında olan Dostoyevski'ymiş ve kendisi kırk dört yaşındaymış gibi mücadele ederek seviyordu kocasını.  * Zamanın üzerinde seksek oynamaya devam ediyoruz. * Aşk, onları hem bir arada tutmakta, hem de soludukları havaya kıskançlık tozları savurmaktadır. ... Evlilik çiftin kapısını çalar. ... Ve bir sabah kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemeyen sevgilisinin mektubunu alır. Sayfalarca süren bir özür mektubuyla salonun ortasında bir kadın. Aşık bir kadın... Yahya Kemal evlenmekten son anda vazgeçmiştir. * Erkek çocuklar sevmeye sevilmekten daha yetenekliler. Sevdiklerini kıskanmaya da. * ...

Altı Çizili Satırlar

… Bir şey yağıyordu babaya, bir şey: kara buğday, ölmüş kelebek, bir ikindi sessizliği ya da. Baba sanki durmuş bir saat, hışıltısı dinmiş bir akasya. Olduğundan zayıf, olduğundan kara, olduğundan tenha. Ne düşünüyordu baba, üzgün uzun baba, parkede bitmiş apansız bir gülü mü seyrediyor, o güle uzanacak babaa! babaa! Birgül Oğuz / Hah *** Bu dev onu alıp götürecekti buralardan. Burnunun direği sızlamaya başlamıştı bile. Dokunsan ağlayacaktı. “Allah muiz’dir.” dedi. “Yâ Rabbi Muheymin… Bizden hayır yok… Sen gözet, Sen goru o yavrıyı…” Sezgin Kaymaz / Kün *** “…sana dün çarşıda dolaşırken aldığım o atkıyı kaybetmemeye çalış… belki ilerde bu olanların gerçek olduğunu hatırlamana yardım eder… ben bana aldığın yüzüğü kaybetmemeye çalışacağım… bunların yaşandığını hatırlamak için… Ahmet Altan / Son Oyun ***  Bedenim birkaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlayamıyor.  Frida Kahlo *** Hissettiğim şey bir tür…» H...

Sessiz Düşünceler

Kimseyi aramıyorum kapandım kendime Kimse de artık beni aramasın Koşa koşa gelen yazı denizin mavisini Her duyguyu düşünceyi tek başıma yaşarım Birilerini aradım kapılarını çaldım Yıllarca belki de yüzyıllarca Kendimi anlatmak istedim birilerine Neye yaradı bunca yakınlığım Sandılar ki onlar olmadan Taşıyamam kendimi bir yerden bir yere Oysa benim amacım yalnız şuydu Birlikte gidelim güzelliklere Yüreğim uyuyan dalgalar gibi durgun Kafam tam anlamında bir kaçak Ben kimselerin anmadığı adam Yüz yıl yaşamış gibi yorgun Daha dün doğmuş gibi çocuk Afşar Timuçin