Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sigara Yaktıracak Bir Hikaye

Şahin marka araç ile son ses aynı sokaktan iki kez geçen gence dayının biri "taşındı onlar" dedi. Çocuk arabayı sağa çekti müziği kıstı. Arabaya yaslanıp sigara yaktı. Apartmana baktı. Terasta kuşçu vardı. Güvercinler havalandı. Sigarası bitti, müzik kısık sesle devam etti. Halil Yörükoğlu

Düğün Deyişi

Adaya geldiğimiz kış gününü anımsıyor musun? Bize doğru kaldırıyordu soğuk kadehini deniz. Usul sesler çıkarıyordu duvarların üzerinde sarmaşık karanlık yapraklarını adımlarımıza dökerek. Sen de küçük bir yapraktın yüreğimin üstünde titreyen. Yaşamın rüzgârı önüne katıp getirmiş koymuştu seni yüreğime. Başlangıçta görmedim seni: bilemedim eşlik ettiğini bana, vakti saati gelince oydu göğsümü köklerin, birleştiler kanımın ağında, benim ağzımla konuştular, benimle çiçeklendiler. Kuşku götürmez varlığın görülmez yaprak oldu ya da dal ve yüreğim aniden meyvelerle, seslerle doldu. Evime yerleştin, karanlıktı ama seni bekliyordu evim, geldin ve lambaları yaktın. ... Pablo Neruda Çeviren: Erdoğan Alkan

Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası

charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı       lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı            yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz al işte sana böyle yüze böyle güz        demeyin deseniz de sakal yok ya ucunda bu güz vermedi tarla seneye bıyık kerim ben ettim siz etmeyin sakal veririm size iğne iplik elimde bıyık dikerim size              yanaklarım taşlıtarla kurabiye yer misiniz Sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış bu bıyık hiç gitmemiş sesinizin rengine sakalınız uzamış inmiş ta belinize at kuyruğu yapınız ya da örgüleyiniz kedinizin bıyığını usturayla kesiniz               yanaklarım bileytaşı ispirto sever misiniz yoksul ve utangaç bir müşteriyim ben sizde güneş bulunur mu biraz/kaktüs alıcam s...

Oğlumu Çok Özlüyorum

“Oğlumu -dedi- Gördüm geliyorum.” Oturdu derin bir nefes aldı Sigarasından. “Oğlumu -dedi- Çok özlüyorum.” Acısı anlamsız bir ayıbın Baskı duvarlarına Sığacak gibi değildi. Eğildi uzun uzun Eğildi gözlerime -Soğuk sularda susuz Bir çift dudak gibi- Kirpikleri gözlerime değdi. “Oğlumu -dedi- görseydin Sana çok benzerdi.” Oturduğu yeri incitmiş gibi Doğruldu usulcacık “Üç yıl oldu -dedi- Pencerenin önünde Kitap mı okuyordu, türkü mü Yoksa bir kitabı türkü gibi mi… Camlarda canhıraş bir ölüm ıslığı… O kuğu boynundan kanlı kurşunu Çıkarmaya gerek kalmadı Ölü parmaklarındansa, yumulu Öyle zor çıkardık ki Kitabını…” Dalgın ve yitik yürüdü Döndü son kez “Oğlumu -dedi- Çok özlüyorum…” Şükrü Erbaş 1981 -Küçük Acılar-

Gelecek Uzun Sürer

O günden beri sanırım sevmenin ne olduğu nu da öğrendim: atılganca kendi duyguları üstüne "abartmalı" iddialara girmek değil, karşıdakine özenle davranmak, onun arzularına ve ritmine saygı göstermek; hiçbir şey istememek, verileni kabul etmeyi öğrenmek; her armağanı yaşamın bir sürprizi olarak kabul etmek; aynı armağanı ve aynı sürprizi iddiasızca, hiçbir zorlamaya başvurmadan, karşıdakine de yapabilmek. Özetle, yalın özgürlük! Cézanne neden Sainte-Victoire dağının her anının ayrı resmini yapmıştı? Her anın ışığı ayrı bir armağandır da ondan. Demek ki yaşam, tüm dramlarına karşın, hala güzel olabilirmiş. Altmış yedi yaşındayım; kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. Bu iş yakında bitecek olsa da. Evet, bazan gelecek uzun sürüyor. *** Bir tedirginliği ancak bitmez-tükenmez başka tedirginliklere düşerek yatıştırma düşüncesi benim yazgım artık. *** Zaman sıkıştırıyor insanı, yitip giden zamanın d...

Bu Kırlangıçlar Gitmemiş Miydi?

Giden gelen yok. Bir titreşimdir bu. Duragan fulyanın üstünde arı Bir diyapozon gibi titremekte. Kırlangıç Tarihsizdir. Belleğim sarsılıp duruyor denizde. Martı bir uçta kanat, bir uçta ses. Ya sabah, ya öğle. Gemici ve bulut, Güneş ve yağmur kıl payı bir dengede. Dolu bir boşluğu doldurup boşaltmak işimiz. Ölülerle, gecelerle, sümbüllerle. Melih Cevdet Anday

Yatağım

Ben ki her akşam yatağımda Onu düşünüyorum. Onu sevdiğim müddetçe Yatağımı da seveceğim.... Melih Cevdet Anday

Ağıt

annem mi bir kadın geciken bir kadın gece yatısına ölüm kendini göstereli babamın saçlarından günübirlik bir kadın üsküdar'la istanbul arasında babamdı sakalıydı babamın bir akşam göle batırdı çıkmamak üzere bir daha hepsi de ekmek kokardı sayısı unutulan parmaklarının akşam bir attır bütün ülkelerde serin esmer bir attır terkisine çocukların bindiği Kemal Özer

Düşlerin Ayrımı

beni sokakların masalında unutun karanlık yarımadanın suç ortağı yapın seranın doluyla kırılan camlarına benzetin yanıltın, asit yağmuruna yakalanan kuşlarla bahse girin sayfayı karıştıranın ben olduğuma denizin suratında patlayan gökle avutun beni beni demiryolu tünellerinin uğultusunda unutun. ağaç kabuklarının içinde yürüyen kurtçuklarla değil kuzeyin soğuk yüzüyle kıyaslanmış sözcüklerle değil korkuyu bölüşen hırsızların cesaretiyle değil güneşin papatyalarda kayboluşu gibi bir şeyle evet, o şeyle avutun beni beni nöbetteki askerin yalnızlığında unutun. "aşk bir suçlamadır, sonuna kadar yaşanmamışsa" hayır, kimseyi suçlamıyorum böyle bitmişse bu uzattığım kasımpatı demeti, işte alın bir kelepçeye uzatır gibi uzatmayın ellerinizi şafak köylerinin buğusuyla avutun beni beni dipte kaybolmuş batığın düşlerinde unutun. Salih Bolat

Sen Gelmesende

Sen gelmesende bu yangın çıkacaktı bir kırlangıç bizi ikiye bölecekti yeni adlar koyacaktık bitkilere son yaz güneşi de çekip gidecekti asmalardan senin kokun da gidecekti unutacaktık. Salih Bolat

Okulda Öğretilmeyen Şeyler

Aklıma geldikçe okulda öğretmedikleri şeylerin listesini yapıyorum. Okulda bir insanı nasıl seveceğinizi öğretmezler. Artık sevmediğiniz birini nasıl terkedeceğinizi, başkalarının zihninden geçenleri okumayı, ölmekte olan birine tam olarak ne söylemek gerektiğini de öğretmezler. Aslında bilmek gereken hiçbir şeyi öğretmezler. Neil Gaiman

Alacakaranlıkta

Yine ikimiz, koyuyoruz ellerimizi ateşe, sen nice zamandır yıllanmış gecenin şarabı aşkına, ben ise sabahın hiç sıkılmamış pınarı uğruna. Körük, güvendiğimiz ustasını beklemekte. Keder yaydığında sıcaklığını, geliyor cam ustası. Gidişi ortalık ışımadan, gelişi çağırmadın sen, hem de yaşlı, aklaşmış kaşlarımızın alacakaranlığı kadar. Yine kurşun dökmekte göz yaşlarının kazanında, sana bir kadeh için - kutlamaktır önemli olan yitirilmişi- bana da isli cam kırıklarım için - ateşe saçılmakta. Ve sana kadeh kaldırıyorum, gölgeleri çınlatarak. Anlaşılır şimdi kimin çekindiği, ve kimin sözünü unuttuğu. Sense ne bilirsin, ne de istersin tanımayı, kenardan içersin, serindir diye ve ayık kalırsın, tıpkı eskisi gibi, üstelik belli ki, kaşların hala çıkmakta! Bana gelince, bilincindeyim yaşadığım aşk ânının, cam kırıklarım saçılıp ateşe, yine o eski kurşuna dönüşürken. Duran benim merminin ardında, hayal gibi, yalnızca tek gözü açık, hedefinden emin, ve sıkıyorum onu, sab...

Güneş'e

göz ardı edilemez aydan güzel, ayın soylu ışığından, daha güzel yıldızlardan, ün salmış nişanlarından gecenin, çok daha güzel yalımla bezeli çıkışından bir kuyruklu yıldızın, tüm yıldızlardan çok daha görkemli güzellikleri barındıran güneştir, senin, benim, onun yaşamını her gün elinde tuttuğundan. güzel güneş, doğan, hiç unutmadan ulu yaratısını tümleyen, en güzeli yazın günlerden bir gün kıyılarda kaynayıp buharlaşınca, yelkenler güçsüz, edilgin yansımalar kimliğinde kayıp giderken göğsünden gözlerinin, sen yorulup bitene, en son zamanla en son uzam da kısalıp gidene değin.. sanat da bürünür peçesine güneş olmazsa görünmezsin daha gözüme, deniz de, kum da görünmez, kaçarlar kamçılanarak gölgelerce gözkapaklarımın altına.. güzel ışık, sıcak tutup koruyan bizi, açılmasını gözlerimin; görmemi sağlayan seni bir daha! güneşin altında yoktur daha güzeli, güneşin altında olmaktan... sopayı suda görmekten, kuşu yukarılarda uçar görmekten, düşünerek uçuşunu, balığı a...

Benim Allahım

Marcel Proust’un çok yıllar önce keşfedip yazdığı gibi geçmişin anıları, kokular âleminin muhafızlığında saklanır ve her koku bir kapı açar o unutulmuş sandığınız zamanlara. Üstüne çörek otu serpilmiş pişkin pide kokusu, birçokları gibi beni de alır bir fırının kapısına götürüp bırakır.  Vakit nedense sonbaharın son günleridir. Hava serincedir ve akşam inmeye hazırlanır. Kendine bir iş yaratmak isteyen yaşlı amcalarla çocukların biriktiği uzun kuyruktakiler, minare ışıkları yanmadan önce pideleri alıp iftara yetiştirebilmek için telaşlarını saklayan bir sabırla beklerler. Sünnet hediyesi bir saati bileklerine takabilmiş olan çocuklar sık sık saatlerine bakarak iftar vaktini hesap etmeye uğraşırlar. Ben o çocukların arasında beklerim. Ayaklarım üşür hafiften, açlığımla gurur duyarım. Diğer çocuklar gibi benim de yüzümde başka zamanlarda pek rastlanmayan bir ciddiyet vardır, önemli bir iş yapmakta olduğumu bilirim. Ramazan’ı belki de en çok bundan severim.  İ...

Ez rebana we kula dıle tede mayibim Xuda deste tew Zeyno jar kutkır inşallah wıne dınyaya di gıhın hev.

“Bu notlar kimin eline geçerse lütfen aileme yetiştirin. Bu istek vasiyetimdir. Olmazsa mezarımda rahat uyumam valla. Ben Zehra Kaya” 29/04/2016 Cuma KARDEŞİM RAMAZAN VE APTULLAH’A Merhaba küçük kardeşlerim durumunuz nasıl iyi misiniz hayat nasıl gidiyor. Valla burada hayat baya hareketli düşman yanı başımızda ve her gün vuruyor bakalım sonumuz nasıl olacak sizi çok özledim Ramazan kardeşim özellikle sana yazıyorum ben öldükten sonra sakın katılım yapma ben bir dava üzerine gelip katılmadım bu hayattan sıkıldığım için zeynosuz kaldığım için beni bu hale getirende örgüttür. Her şeyi bu hale getiren her şeyi yıkıp geçen bunca ölümün sebebi gene örgüttür. Onları hala da sevmiyorum ve sevmicemde. Hayatınıza bakın hiçbir şeyi takmayın çünkü bu dava gereksiz ve boş bir davadır. Hepimizde bir piyonuz kim güçlüyse daima güçsüzü yeniyor senden tek isteğim odur ki bu örgütün içine asla katılma. Sizi çok ama çok özledim benim küçük kardeşlerim biliyorum gidişim sizi çok üzdü hayal kırıklı...

7000. Paylaşım

yenilmişler için birinci parça  gene mahzunuz muhip! onlar sevindi sallantılı aşklar şakırdar yerkürenin kulağında başarı tanrısı beton akıllara hükmünü bildirdi Spartakus değil, işte gene Sparta kazandı biz, büyüyen kiplerin tanrıları “ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar” Bir meyhaneyi bile haneye çeviremeyiz artık ey akşamın son çocukları, sonsuz ormanlara kaybolan okşayış ve sonrasız sulara susayan Cravan’ların akşamı ismiyle çağrılanların son kafilesi mi duruyor gölgenizde şairlerin atası son defa mı bakıyor arkasına “ruhlara tutunup dil dökmeye çalışırken Eurydice” mülkiyetin erdemi mi çalar yakınlıkların kapısını ey rintlerin son akşam yemeğine yetiştirilen Karısı’nın Hırsız’ı işte gene cumhuriyetin alfabesiyle dolanırız yenilginin kalbine işte gene onlarsızız: Mişkin, Peçorin, belki Onyegin ey bizi büyüten imge! ulu değil ulur gibi eziliyor r kardan adamların ilk a şapkası: aksan konfeksiyon ey Ahmet’in, Arthur’un, Nazım’ın ve Baba’nın yırtıld...

Yağmur

Babacığım Senin acı günlerini Düşüne düşüne yürüyorum En acı gününde Birşeylerden haberim olmaksızın Yabanî üzüm toplamak için Dağda bulunmam gerekmişti. Sık sık bana derdin ki "Sakın ekşi korukları yiyip te "Dişlerini kamaştırma e mi..." Ve biz küçükler için dua edip "Bana söz verdiler Tanrı'm "Bir daha üzümleri "Olgunlaşıncaya kadar "Bekleyecekler..."derdin. Yüzün - Ne zamanki ve neredeki Halindir bu hatırlamıyorum - Gözyaşları ve gülümseyişle Şimdi geri geliyor bana. Ben 42 yaşındayım bugün Senin 42 yaşında Olduğun günleri düşünüyorum O günlerde ben 13'ündeydim babacığım Ve bir patlangıç istiyordum. Ben 15'indeyken Büyük bir yağmur bastırmıştı. Silip - süpürmüştü evleri Pek çok insan ölmüştü Sen diyordun ki: "Nuh'un gemisi gibi "Bir gemiye ihtiyacımız var şimdi." Biz kardeşler titreşerek Birbirimiza sarılıyorduk. Şimdi akıl erdiriyorum ki Sen o felâketi Yenmeğe çabalamış Ve ö...

Bir Kış Günü Anısı

Akşamüstü Soğuk rüzgârın altında Bir serçeyle oynaşıp duran Çocuğun biri Gece birdenbire Ölüverdi. Ertesi sabah Her taraf buz tutmuştu, Kardeşi telgraf çekmeye gitti, Anne bütün gece Yaşın yaşın ağlayıp durmuştu Çocuğun babası vazifedeydi Denizdeydi. Bu olaydan sonra Serçeye ne olduğundan Kimseciklerin haberi olmadı. Karayel bembeyaz etmişti caddeleri. Bir su kovası çatladı Ve babadan tele cevap geldi: "Şimdilik dönemiyorum." Ya anaya ne oldu artık?... Bugün okulda Teli gönderen kardeş Azarlandı, paylandı. Nakahara Chuya

Çok Kullanılmış Bir İkindi Vaktinde Orhan Gencebay Dinlemek

   Oradaydılar. Merdivenlerde üç kişiydiler. Bakışlarını arada sağa sola çevirip dalgın konuşmalar yapıyorlardı. Biz banktan onlara bakıyorduk. Rüzgâr seslerini bize getirmese de yarım ve solgun varlıklarının izdüşümlerini önümüze getirip bırakıyordu. Eksik parçaları içimizde tamamlayıp, onlara bakmayı sürdürüyorduk. Issızlığın iliklere işlediği bir öğle vaktiydi. Avluda uçuşmaya çabalayan kâğıt parçaları bile yetmiyordu zamanı canlandırmaya. Orada, hayali dünyamıza sunulmuş silik görüntüler halinde kalakaldılar.    Bir ara  gülümseyerek geçti yanımızdan. Dargın olduğu birine bile gülümseyebilmeyi nereden öğrenmişti? Ne kadar ölçülü, tartılmış ve nazik bir tebessümdü. Ben nasıl gülümsedim acaba? Onun kadar ustaca olmasa bile ben de gülümsedim. Ama kızmadım o gülümsemeye, haklıydı ve gene de surat asıp geçmenin yozluğu yoktu yüzünde. Gülümsemesinde bir kez daha varlığımı sorguladım. Hayır, büyük suçlar ve hesaplaşmalar yoktu. Ama “keşke” vardı içinde. Daha öze...

Tahmis-i Rüşdî

Çarh-ı dehri ey gönül aldanma dolabdır döner Bir hevâ-yı gaflete tâbi' olan bâbdır döner Bâd u gam önüne düşmüş ayn-ı hîzâbdır döner Cerr ider bir gün vücûdun girme girdâbdır döner Ademi yardan atub elbette kizzâbdır döner. ** Kemend-i riştesi habl-i belâ dâm-ı kesel çıktı Vefâsın umduğum beyhûde vü tûl-i emel çıktı. Vücûdum sandığım bir sûret-i darb-ı mesel çıktı Hayât-ı âbı deyû el sunduğum çam ecel çıktı Ne şüphe menzil-i me'vâ olur câh-ı adem bir gün ** Tîşe-i gamdır keser ömrün hemişe dalını Sanma ruhsattır anın bu hîle-i imhâlini Pür zevaldir dediler ehl-i ukûl ikbâlini Kâmil idrâk eyledi gördü sebak ahvâlini Anladı bu kez rûy-i kezzâb-ı ahcâbdır döner. ** Rüşdiyâ deryâb-ı ezdil mâcerâyı âlemi Görmüşem bunca nebî mürsel velîler hoşdemi Âsiyâb-ı dehrin elbet hâk ider her Âdemi Gör tedârik vaktidir aldanmayub pîş ü kemi Ruhsatı fevt itme kim bir emr-i nâyâbdır döner. ** Gözün aç can kulağın tut nokta-i dilde it perçin Ne senden kimse...

Kelebek Etkisi

Çok şehirden geçerim de Senin şehrine gelince durur kalbim Adının harflerince türküler tuttururum Sen bilmezsin içimde binlerce kuş adını cıvıldar Ağaçlara salıncak kurmak geçer içimden İçimi seninle doldurup göğe dokunasım gelir. Bilir misin ben bir kelebeğin kalbiyim Sen nefes aldıkça kanatlarım tüllenir aşkınla. Üç günlük ömrümün dördüncü gününe de seni yazmış Yaradan. Sen kanatlarımı tutunca Denizler kabarır içimde Kuytularında saklı çocuğu görür Ansızın annen olurum On iki yaşına giderim senin. Baban olurum. Çocuk gözlerinden sarılırım sana Kirpiğinin aralığından içini severim. Kar yağan omuz başlarını öperim Sonra tutarım elinden parka götürürüm seni Salıncak kurarız ağaçlara İçimi seninle doldurup göğe dokunasım gelir. Yüreğimi yüreğine dayayınca İçimde binlerce kuş adını cıvıldar Adının harflerince şiirler okurum Senin şehrinde duran kalbimi Avuçlarına bırakırım. İçinle  içim ısınır. Sevgilim… Oğlum… Babam… Ben bu koca şehri kanatlarıma yü...

Gölgelik

Ağaçlar şarkısını döktü Boncuk Hanım Bahçelerin duası ölüm üzerine nicedir Deniz çekildi çekildi, buğday başağı bir çocuk Harman yerlerinde köpüklenip duruyor On parmağın gösterdiği güneşler Çatılarda bir yoksulluk ürpertisi Islık çalan kirpiklerde yıldız tozları Puhu kuşlarından bir yatakta uzaklar Yorgunlukla sürmelenmiş bir rüya şimdi Bir kandil soluğu gökyüzünde rüzgâr. Önce Ömür diyorum, sonra Hayal Sonra sonsuz karlar içinde bir nar Bir adam her gün biraz daha ölüyor Gövdesi ağardıkça canı heves yarası Ağzı geçikmiş zamanlardan bir kuyu Rodos gülünü örtünmemiş üstüne Limon çiçeklerine mahcup Varsa yoksa gülhatmilerden bir yoksul harf Kimi sevse gözlerinin bebeğinde o çığlık: “Dinle imdi sen o zarı arı inler bal içinde.”* Dünya aklında tutmaz kimseyi sürmelim Benim, sevgilim diye diye çırpındığın Senin, huzur diye unuttuğun Ne varsa gövdemizde tüten -Bir karabatak sulara dalıp dalıp çıkıyor- Bir yasemin kokusu kadar sürmez hükmü Tanrının can bulduğu bu ...

Kuğular

Suda yorgun, muzî tecelliler Ediyor bir takarrübü ifşâ: Kuğular, leyl içinde, sîne-küşâ Geliyor, gözlerinde mestîler; Sanki mahmul-ihande keştîler Ki olunmuş nücûmdan inşâ... Ahmet Hâşim KUĞULAR Suda yorgun, ışıklı görünüşler Bir yaklaşmayı açığa vuruyor: Kuğular, gece içinde, göğüs bağır açık Geliyor, gözlerinde sarhoşluklar; Yıldızlardan yapılmış Gülümseme yüklü gemiler gibi... Ahmet Hâşim (Çeviren: Asım Bezirci)

Sürûd-ı Emel

                                                          -Yine gülerken Güldün; şeb-i şi’rimde bütün şi’r ü emeller Pür-hande, pür-aheng ü pür-âvâz döküldü; Mehtâb ü ziyâ, fecr ü şafak, nûr döküldü Reyyân-ı emel, mest-i hafâ... şûh u münevver... Güldün; şafak-ı şi’rime altınlı ziyâlar Bir ufk-ı ezelden gülerek şimdi saçıldı; Güldün güzelim, rûhuma handân ü müzehher Gül-hande-i tâbân-ı lebin şimdi saçıldı... Güldün; gülerek, güldü bütün şi’r ü hayâlim Güldükçe, hayâtım gülecek hep ebediyyen Hüznüm yine senden bana, mâtem yine senden! Her lem’a-i aşkın bana her nûra bedeldir Her hande-i nûrun bana bir şi’r-i emeldir; Bir şi’r-i emelsin bana ey şi’r-i hayâlim!... Ahmet Hâşim İSTEĞİN EZGİSİ                                     ...

Ey Nisviyyet... Şiir Nedir?...

Bu bir hayâl idi evvelce, fikr-i hâtiimin, Firâz-ı ufk-ı serabında dâimâ uçuşur: O handedir, o tebessüm, o nağmedir ki şiir, Uçar bahâr-ı ezelden... nüvîdidir ebedin. Bütün o aşk ü melâlimle ben semâlardan, Ararken, âh ararken o nazra-i ebedi; Bugün figaan ile hep anladım, hatâlarımı, Huzûr-ı ânına geldim, sûal için senden: -Şiir nedir?...O güzellik değil midir ki, bütün Safâyihinde uçar, hep bedialar, meh-tâb; Meâl-i rûhu semâ nûr fecridir ve şebâb... Evet, o rûh-ı safânın budur o ma’nâsı! Fakat neden bilmem, hilkatın o eczası Nigâh-ı nâfiz-i şi’rinle hep söner küskün... Ahmet Hâşim EY KADINLIK... ŞİİR NEDİR?.. (Bu bir hayaldi önceleri, yanıltıcı düşüncemin Seraplı ufkunun üstünde sürekli uçuşur. O gülüştür, o gülümsemedir, o ezgidir ki şiir Uçar öncesizliğin baharından... Müjdesidir sonrasızlığın. Bütün sevgi ve sıkıntımla göklerde ben, Ararken, ah ararken o sonsuz bakışı, Bugün inleyip bağırmakla anladım yanlışlarımı, Güzelliğinin katına geldim, sorm...

Şimdi

Boğdum, sükûn-ı kahr ile, aşk-ı muhâlimin Vahdet-güzîn-i kalbim olan yâr-ı lâlini; Açmış o yerde kîn-i beşer şâh-bâlini Bekler tulû-i nahsını şems-i mezâlimin. Kırdım meh ü nucûmunu ufk-ı leyâlimin; Gördüm semâlarımda cünûn hilâlini; Sildim zekâ-yı hâr u alîlîn suâlini Nakşı-ı girift-i sîm ü zerinden hayâlimin. Uzlet-serâ-yı samt ü gurûrumda münferid, Yalnız sadâ-yı kalbime münkaad u mu’tekid, Zulmetlerin kudûmunu ben şimdi isterim! Ezvâk-ı gayz ü kîn ile mestîdedir serim; Hûnumda zehr-i nûr- ı gurûb etmiş inhilâl, Mezceylemiş zalâmını yeldâma infiâl. Ahmet Hâşim ŞİMDİ Boğdum - acının dinginliği ile- sonuçsuz aşkımın Kalbimin yalnızlığını seçmiş olan suskun sevgilisini; Açmış orada insan kini kanadını, Zulümler güneşinin uğursuz doğuşunu bekler. Kırdım gecelerimin ufkunun ay ve yıldızlarını, Gördüm göklerimde yeni ayını çılgınlığın. Sildim alçak ve sakat zekânın sorusunu Gümüş ve altın karışık nakışında hayalimin Gururumla sessizliğimin sarayında tek ...

Yasemin Ay

Daha pek yavru, pek küçükken ben, Büyük annem tutardı alnımdan, “-Bana bak, böyle güzelim!” derdi. Sonra yeni parlayan aya bakar, Tasalı dudağı bir ağlama saklar, Göğün seslenişini dinlerdi. Ey hayatımda her doğan derdi Bir duygusal ışığa dönüştüren, Bu duasıydı eski bir ruhun Sis ve karanlıkta gizli geleceğe. Görünmeyeni saklayan gece, geleceğin sırrı, Temiz gözünde hasta bir çocuğun Gizli tanın ışıklarından dilek, Bir sevecen avutma alacak, O karanlık ve suskun yıkıntılara Doğacak belki bir gün ışığı. Böyle her yeni ayı seyretti, O soluk göz ki şimdi topraktan Seyreder başka bir yasemin ayı, Ben ki hayal kurmanın efsanesinden Hep hayatımda bir dilek taşıdım, O solan temiz ve tasalı şiiri Hep o geçmişle duymak isterdim, Gözünün büyü dolu susuşunda. Gel bu akşamın gümüş sessizliğinde Bu sedeften aya karşı senin Bir yeşil öpücük saklayan gözünün Göreyim cennetinde geleceğimi. Ahmet Haşim Sadeleştiren/Çeviren: Asım Bezirci HİLÂL-İ SEMEN Daha pek yavr...

İnsanlarda şehvet, hırs, benlik, kibir, garez, gazap haset ve emsâli kötü ahlâklar bulundukça, insanın nefsini ıslâh eylemesi ve vücûdu memleketini refah ve adâletle idâre edip kullanması imkân dâhilinde değildir.

İnsanı hayvandan ayıran en önemli özelliklerden biri ne olabilir? İnsanı hayvanlardan ayıran ilk alâmetlerden biri: Tebessümdür! Bir çocuk yeni doğduğu vakit beşikte tebessüm eder. Çocuğun, kundaktaki tebessümleri âilenin saâdetine saâdet katar. Aşk da, o kadar kanlı şanlı olan aşk da evvelâ tebessümle başlar. ” Sâmiha Hanım : Hâfızı Şirâzî ’nin: Aşk evvel kolay güründü, fakat, ona intisaptan (bağlandıktan)  sonra nice müşküller belirdi , dediği gibi... “Öyledir. Aşkın bidâyeti (başlangıcı) tebessüm fakat nihâyeti göz yaşı ve yürek yanığıdır.  Tebessümün insanlık âlemindeki mevkii çok ehemmiyetlidir. Hep muvaffakiyetler (başarılar) tebessümle hâsıl olur. Gülümsemez bir kimseyi görürsen hasta zannedersin. Bu adam hiç gülmüyor, hasta veya asabî… dersin. Tebessümü bilmeyen bir koca, karısını mes’ut edemez  ve nihâyetinde de anlaşma hâsıl olmaz. Kezâlik (bu durumda) tebessümü bilmeyen bir kadın da kocasını mes’ut edemez. Milletler arasındaki karakter farkında da t...