Ana içeriğe atla

Anyksciai Ormanı

Kütük yığınlarıyla kaplı tepeler, ıssız
Ve çıplak;
İnanılır gibi değil, ne güzeldiniz bir zamanlar!
Nerede o eski çekiciliğiniz, ne oldu size böyle?
Rüzgar estikçe, sallardı yemyeşil dallarınızı;
Bir o yana bir bu yana, çam ağaçlarını.
Yüzyıllar önceki o uğultu nerede?
Nerede cıvıltılarıyla dört bir yana neşe saçan,
Kuşlarınız ve onların yuvaları?
İrili ufaklı hayvanlar hani,
Nerede onların barındıkları oyuklar
Ve inler?
Yitip gitmiş hepsi, ıssız düzlükte ;
Üç beş biçimsiz çam kalmış, sadece
Geriye.
İğne yapraklar, dallar ve kozalaklar,
Kaplamış her yeri;
Kıraç toprağı kavuruyor,
Haziran güneşi.
Ayrık otlarının sardığı,
Viran saraylara ya da
Eskiden bir şehrin kapladığı
Arazideki moloz yığınlarına ,
Işıltılı setlerden artakalan
Kupkuru yosunlara bakarmış gibi ;
Bir sıkıntı veriyor ruhuma , böyle görmek sizi!
Buralarda yürürken bir zamanlar,
Ağrırdı insanın gözleri ;
Şenlendirirdi orman ruhunuzu ,
Şaşırıp kalırdınız, neşeyle çarparken
Kalbiniz:
"Neredeyim ben böyle; ormanda mıyım,
cennette mi?"
Diye.
Çevredeki her şey öyle güzel,
Öyle parıltılıydı ki;
Kokularıyla kur yapardı orman burnunuza
Ve hoş sesler duyulurdu dört bir yanda.
Derin bir sessizlikte,
Yatıştığını hissederdiniz kalbinizin.

Ne kokulardı onlar öyle!
Çam sakızı kokardı her yer!
Çiçek kokuları taşırdı, tatlı esintiler.
Açıklıklarda beyaz-kızıl yoncalar ,
Öbek öbek kekik ve sarı papatyalar ;
Ah , aklınızı çelerdi o renkler kokular!
Karınca yuvaları olurdu her yanda;
Küçük küçük tümsekler!
Her geçişinizde farklı bir koku sunardı ,
Yapraklar ve kozalaklar.
Ve bazen hafif bir rüzgar,
Bilinmedik kokular getirirdi sizin için ;
Yeni kokular, yeni hazlar!
İşte hoş kokulu kızılcık, işte yosun,
İşte çiçek açmış meyve ağaçlarının kokusu;
Bu duyduğun!
Canlıymışcasına nefes nefese orman;
Komşu kırlara,
Yayılıyor nefesi.
Bu kokular karmaşasında ,
Çamların arasında ,
Alıyorsun kokusunu
Bir anda ;
Otların ve kır çiçeklerinin ,
O hayat veren nefesi karşılığında.
Tüm kokular birbirine karışıyor;
Bu öyle bir yoğunluk ki,
Tek tek ayırt edemez burnun,
Her birini.
Koru, çayır ve tarlalar,
Hepsi olmuş sanki ;
Bazen içlenip bazen neşelenip,
Şarkılar söyleyerek,
En güzel kokularını sunuyorlar Tanrı'ya
Yalnızca kokular değil,
Sesler de ne güzel ormanda!
Tatlı tatlı mırıldanıyor orman,
İncelikle yankılanıyor sesi ;
Gecenin derin sessizliğinde,
Büyüdüğünü duyuyorsun her yaprağın ve çiçeğin.
Dinle bak, fısıldaşıyorlar,
Usulca birbirine ağaçlar;
Gökte geziniyor yıldızlar, dinle!
Duy sesini, düşen çiğ tanesinin.
Sustu kalpler; sessizliğin saltanatına ,
Boyun eğdi her şey.
Ruh , yükseliyor yavaşça dualarla;
Göğe doğru.
Şafakla birlikte, yeni günün
İlk ışıklarını selamlıyor çimenler,
Eğilerek;
Çiğ yüklü yapraklarla,
Yerlere dek!
Uyanıyor orman, silkiniyor
Gecenin sessizliğinden
Ve devam ediyor gün ezgilerine;
Kaldığı yerden.
O hışırtı da nesi?
Esintiyle kımıldayan bir yaprak
Ya da yuvasında
Uyanan bir kuş.
Peki ya bu çıtırtı?
Gündüz avlanmayı sevmeyen
Bir kurt; çalıların arasından,
Yuvasına dönüyor olmalı.
Yakaladığı ördeği,
Yuvasına götürüyor bir tilki.
Bir porsuk, hızla dışarı çıkıyor yuvasından.
Koşarak bir karaca geçiyor,
Önünüzden; bir sincap ustaca sıçrıyor,
Bir daldan bir başka dala.
Uçuşuyor bir kırlangıç oradan oraya
uyanmış ormanın sakinleri;
Ayaktalar hepsi.

Ne zaman solusa orman,
Dingin ve sessizce;
Yatışırdı kalplerimiz nefesiyle.
Gür çimenleri okşarcasına tatlı bir esinti,
Litvanyalılar bu sessizlikte dinlenirdi.
Esrarlı dalgalar halinde, yayılırken
Ormanın nefesi;
Ağlardık orada, bilemeden nedenini!
Hissederdik orada,
Bir acının dindiğini
Kaygılarımız yatışır , kalplerimiz huzurla dolardı.
Eşsiz bir duygudan doğup ,
Süzülen ilk yaşlar;
İnci taneleri gibi,
Damlardı ıslanmış yanaklarımızdan.
Orman havasıyla dolup ciğerlerimiz ;
Çamların salınımı gibi,
İnip kalkardı göğüslerimiz.
Huzurla dolan ruhumuz ,
Olgunlaşmış buğday başakları gibi,
Eğilerek selamlardı sessizliği.
Buydu işte; iç çekişlerimizin,
Göz yaşlarımızın,
Avuntumuzun
Ve şiirimizin kaynağı!
Yitip gitti hepsi. Sadece,
Üç beş biçimsiz çam ağacı
Kaldı geriye; ıssız düzlükte.

Halkımız her zaman ağaçlarla iç içe yaşadı
Ömürleri boyunca, pek çok dostundan,
Daha yüce saydı onları.
Evlerini yalnızca rüzgarın devirdiği,
Ağaçlarla ısıttılar.
Sadece kurumuş dallarla,
Kapılarını örüp kapattılar.
Ağaç kurumuş değilse,
Tek bir balta vurmadılar.
Karşılığında orman,
Esenlik verdi onlara.
Mutlu Litvanya halkını ;
Doyurdu, giydirdi, barındırdı.
Olanca gücüyle sahip çıktı,
Esirgedi onları.
Zaman geldi, kesti düşmanın yolunu;
Gün oldu, esirgedi sakladı mazlumu.
Üzgünken avuttu,
Mutluyken hazlar sundu;
Esirgemedi iyiliğini, uğraşıp durdu.
Derken, zor zamanlar geldi çattı :
İnsanlar açlıktan ölüyor;
Ağaç kabuklarından çorba,
Yosunlardan katık yapıyorlardı.
Açlıktan kırılan insanlar ,
Felaketin pençesinde;
Ağaçlar gibi kuruyup,
Birer birer yıkılıyordu.
Orman onlara acıdı
Ve çiğ taneleriyle ağladı.
Başında boz bulutlardan tacı,
"Aç kardeşlerim" diye haykırdı!
"Dayanın; balta tutan ellerinizi,
Kutsasın Tanrı!"
Böylece, göz yaşları içinde,
İlk ağacı kestiler.
Çocukları çok ağladı; ama,
Onlar için de kurtuluş demekti balta.
İç geçirip, çocuklarının çocukları,
Daha çok ağaç kestiler.
Torunlarının çocukları ,
Kütükleri şehre taşıdılar ;
Satıldıkça pazarda odunları,
Yerine geldi keyifleri.
Çıkarmışlardı ekmek paralarını;
Ama kereste öyle boldu ki,
Fiyatlar düşüverdi.
Orman bitinceye kadar,
Tüm ağaçları kesip sattılar ;
Elde avuçta ne varsa,
zevke dalıp harcadılar.
Böylece, ne ağaç kaldı babalarımıza ,
Ne de orman.
Çorak tepeler arasında kederlenip ,
Acı yaşlar dökerek ,
Kaderlerine yandılar.
Litvanyalılar'ın , ormanların güzelliğiyle
Beslenen ve avunan ruhları ;
Bu çıplak, sıkıntılı topraklarda ,
Bir nefeslik havaya gereksinim duyarak ,
Acılar içinde yok olup gitti.
Bizim , ağaçsız büyüyen kuşaklarımızsa ,
Eski şarkılardan öğrendi ;
İliklerine dek özlemini çektiği ,
Ormanın bilgisini.
Halkımızın şarkıları ,
Ağaca duyulan sevgiden
Ve özlemden doğmuştu.
Ve o şarkıların hepsi ,
Babalarımızın mirasıydı.
Onların , sevgi dolu çabalarıyla ,
Sabırla yetiştirdikleri
sazlıklar kadar ; sık ve gür ,
Bir çamlık yükseliyordu ,
O boşluğun yerinde artık.
Gençler , farkındaydılar değerinin ;
Çocuklar , oldukça sevinçli.
Öylesine sevecenlikle titriyorlardı ki ,
Bu yeni koruluğun üstüne ;
Kırmıyorlardı, en küçük bir dalı bile.
Anyksciai kasabası mutluydu,
İyi durumdaydı ağaçlar da;
Başka yerden sağlıyorlardı artık,
Yakacak odunu.
Derken bir gün, bir ormancı çıkageldi ;
Hendekler kazdı, bekçiler dikti
Gece gündüz.
Otlakları çitlerle çevirdi ,
Mantar toplamayı yasakladı ,
Görünüşte çok dürüsttü ya;
El altından odun ve mantar satıyordu,
Gizli gizli.
Üstlü yalanlarla aldatıyordu ;
Halktan şikayet eden olursa,
Dövülüyordu.
Yıldan yıla,
Çam ağaçlarını kökledikçe ;
Yine çorak bir arazi kaldı,
Kala kala.
O güzel korunun yerinde,
Kütük yığınlarıyla kaplı,
Çıplak tepelere bakarak ağlıyor
Ve kederli şarkımızı söylüyoruz şimdi.
Şarkım henüz bitmedi ama,
Öyle bir keder ki bu;
Canımı acıtıyor, ağırlaştırıyor ruhumu.
Uzun zamandır bu ormanı kemiren güç,
Şimdi de yüreğime ve ruhuma dadandı;
Bastırıyor şarkımı!

Antanas Baranauskas
Çeviren : Murat Acar


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Der(le)diğim Kiraz Şiirleri

Ah, kiraz çiçekleri Keşke sizin gibi Düşebilseydim. Masaoka Shiki Kiraz devşirmeye gitmiştin hani Çilek kokuyorsun vakte yabani Unutma sana bergüzarım var İntizarım yoktur, inkisarım var. Bahaettin Karakoç Bir yolcunun Kiraz çiçeklerini döken rüzgarında, Dönüp baktım arkama. * Ne büyük bir suç, Kiraz çiçekleriyle kendinden geçmiyor, Kyoto’nun bayanları. * Bir yaprağı Eğleniyor uzakta, Dökülen kiraz çiçeğinin. * Dökülen kiraz çiçeklerini, Durdurmanın bir anlamı Yok ki. * Dağ kirazı, Anılarım var Eski bir dosta rastlamış gibi. * Kiraz çiçeği işte, Kolumun üstüne Telaşla dökülen de. Takahama Kyoshi kiraz bahçelerinden geliyordum yakamda hınzır çocukların gülümsemeleri seni sevmekten geliyordum bir çeşit yalansızından sevda cümleleri tren yolculuklarında kiraz bahçelerinin resmi geçitleri Betül Dünder büyümek kiraz bahçelerinden kaçmakmış ya ben ne anlamıştım Betül Dünder İtiyorum onu, iti...

Bercestelerim

Ağlamak   Anne Aşk Ayrılık Baba Babalar ve Oğullar Bellek Cahit Zarifoğlu Cemal Süreya Çay Çocuk/luk 1 Çocuk/luk 2 Çocuk/luk 3 Çocuk/luk 4 Çocuk/luk 5 Çocuk/luk 6 Dargınlık/Küslük Elif   Ev Fihrist Gam Gitmek Gelincik Gülüş Güneş Güvercin Hande Hatırla/mak Hüsrev Hatemi Hüzün İbrahim Tenekeci İhtiyarlık İmam-ı Şafiî İntihar İskele İstanbul Kader Kar Kalp 1 Kalp 2 Kalp 3 Kalp 4 Kalp 5 Kenan Çağan Kiraz Kulbe-i Ahzân Kuş Mahmud Derviş Mezar Mum ile Pervane Müntehirler Ölüm Pencere 1 Pencere 2 Rakı Sandal Seçtiklerim 1 Seçtiklerim 2 Sigara 1 Sigara 2 Sonbahar Suskunluk ...

Bir Sabah Sevgiyle Uyandır Beni

Acımın alnından öperek uyandır bir sabah beni dışarıda güneşi ve baharı yağarken yağmur. Yüreğimde bir müzikle uyandır beni tüy parmaklarını ağrıyan yerlerimde gezdir. Saçlarımdan zamanı geçirerek uyandır bir sabah. Sen günün şiiri ol, ben şarkını besteleyeyim. Sen narin bir nar fidanı gibi salın rüzgarda ben yanında yaralı bir dize gibi durayım. Aşk ve Şiirle barışan bir dünyaya uyandır bir sabah beni. Fikret Demirağ

Ölmüş Bir Dosta Açık Mektup...

Sevgili Cem, Gecenin bir saatinde, ansızın düştü içime bu satırları sana gazetedeki köşemde yazmak. Hem zaten senin de gazeteci olduğunu düşündüm, hem de şöyle dedim kendime: "Mademki kimi zaman, bir kültür ve uygarlık konusudur diye, dostluk üzerine yazıyorsun, neden bir kez de sapına kadar yaşanmış bir dostluğu yazmayasın! Bir zamanlar çok ender bulunur bir uygarlık adası oluşturduğunuzdan niye söz etmeyesin?" Ve üstelik bunu yapmanın tam zamanı da. Çünkü hiç hazır olmadığım bir yaza girmek üzereyim ve çünkü geçen kışın soğuklarında, şimdi senin rüzgârlı bir tepesinde uyuduğun bu kentteki son sevdiklerim, beni, sevdiğim için öldürdüler! Evet, sevgili Cem, sen ve baban Şeref Serdengeçti, ölümünüzden bu yana geçen yıllar boyunca hep daha güçlenen bir sevgiyle süzülüp bana geri geldiniz. Ben de, zaman ve geçmiş kavramlarının ne kadar acizleşebileceğini ilk kez sizlerin zaman-ötesi sevgileriniz le anladım. Erken ölümün, ilişkimizi bitiremedi. Tıpkı babanla da hiçbir zaman bi...

Sevginin Ardından

Sevginin ardından yürüyen uyku Sevişmeyi değil, seni bütünler Yüzünün ülkesi sınır tanımaz Bırakır geceyi o ince keder Bütün tarihini sırtına vurup Denizi üç günde geçen serçenin Bir seher vaktinde soluk soluğa Tünediği dalda şenlik gibisin Ülkü Tamer

Ayrılık Provaları

I.  olmadım!  dağların sabrına sığındığımdan beri olduğum yok artık benim. bulamadım, taş neden yüzünü döndü bana ne söyleyecekti eğilip baktığım su rüzgâra kapılmış sağrısı o atın bana ne dileyecekti? âh ki durmadım dünyada soluklanmak için.  koyun koyuna uyuduğumuz tepedeki çimenlikten beri çok vaadiyle dünyanın çok gözler gelip geçti canımdan ama olmadım!  hepsi birdi sevgilim nasılsa sonunda hepsi birdi.    II.   filizkıran fırtınasıydı hayatım! iyi hatırla! kimin yüzüyle gelmiştin bana bir begonvil, bir serçe, bir sabah ıslığı kimin yüzüyle hayatım? ayrıldığımızda kimdik şimdi hangi gövdenin içindeyiz küçük bir çıngırak çalarken sabahları.. bağışla! bazı zamanlar unutuyorum yola uzun bakmayı. bazı şarkılardan geçmeyi örneğin: famous blue raincoat, zu were, in your room ya da o kemanlar  bir filmden arta kalan o yara. nerede battı kadırgam ben bile hatırlamı...

Bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim

xx. Bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim Şöyle diyebilirim: ''Yıldızlı bir alemdir gece, Ve o mavi kümeler titreşir uzaklarda.'' Bir şarkı tutturmuş dolanır gökte gece rüzgarı. Bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim. Sevdim onu ben, severmiş o da beni meğer. Böyle gecelerdeydi, sardım onu kollarımın arasında. Öptüm, kim bilir kaç kere, altında sonsuz göğün. Sevdi beni o, meğer ben de sevmişim onu. Yürek bu, nasıl dayansın o iri, durgun gözlere. Bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim. Düşünüp benim olmadığını. Hissedip yitirdiğimi. Kulak vermek engin geceye, daha da engin o gidince. Ardından bir dize düşer gönle, çimende çiğ misali. Ne gelir elden sevdam onu tutmaya yetmediyse. Yıldızlı bir alemdir gece, yoktur yanımda o sevgili. İşte hepsi bu. şarkı söylüyor biri uzaktan uzağa. Yitirişimle onu ruhum da yitirdi neşesini. Gözlerim arar onu peşinden yetişsin diye. Bu yürek arar, ama yoktur artık o sevgili. Aynı gecedir ağartan aynı saç...

Abbas Kiyarustemi ile Şiir, Sinema ve Müzik

Şiir, Sinema ve Müzik -Sanırım bu kitapların bir kısmı da çeviriydi?  Evet, çok sayıda kitap çevrilmişti. Veya örneğin tefrika eserler. -Dergilerde yayımlananlar mı? Evet, dergilerde çıkıyordu ve çocukların vaktini alıyordu. - Mesela otuz seneden fazla yayımlanan Hândenihâ dergisinde 1940-1941'den 1979 Devriminden birkaç sene sonrasına kadar.   Bize iyi bir kitap tavsiye edebilecek düzgün bir insan bulmak için aşırı şanslı olmalıydık. -Hangi dönemde? Lise döneminde Lisenin ilk yıllarında. -Muhtemelen bunun bir sebebi da, kitapların basım ve yayımındaki eksikliklerdi. Sonuçta basım ve yayım endüstrisi o dönem çok gelişmemişti ve bu nedenle kitaplar olması gerektiği gibi ulaşılır değildi. Tabiatıyla. Evet. Mesela lisedeyken okuduğum veya arkadaşlarla elden ele gezdirdiğimiz bazı kitaplar vardı. - Yani değis tokuş ediyordunuz? Evet, daha ziyade kitap değiş tokuş etmek söz konusuydu. Kitap satın almanın yaygın olduğunu hiç hatırlamıyorum. - Okuduğunuz lisede kütüphane yok muydu? D...

Şiir her okumada farklı gösterir kendisini

Şiirin, ağırlıklı olarak elitlerin etkinlik alanında bulunduğu Batı dünyasının aksine hayli uzun dizeleri ezberlemiş okuma yazma bilmeyen İranlılar vardır. İran, şairlerin mezarlarının süslendiği, televizyon kanallarında ezbere okunan şiirlerden başka bir şeyin gösterilmediği bir ülkedir. Büyükannem ne zaman bir şeyden şikâyet etmek istese veya bir şeye beslediği sevgiden bahsetse bunu şiir yoluyla yapardı. İran’ın nispeten sıradan insanları beraberlerinde hayat felsefelerini de taşırlar, bu da şiirdir. İş film yapmaya geldiğinde, teknik noksanlarımızı telafi edecek bir hazinedir bu.  Bir defasında, İran sanatının temelinin şiir olup olmadığını sormuşlardı bana. Ben de bütün sanatların temelinin şiir olduğunu söyledim. Sanat, açığa çıkarmadır, yeni bilgilerin yorumlanmasıdır. Gerçek şiir de benzer şekilde, bizi yüceltir. Her şeyi alaşağı eder ve bizim müzmin, alışılmış ve mekanik rutinlerimizden kaçmamıza yardım eder; bu da keşfe ve ilerlemeye giden ilk adımdır. Aksi durumda, insa...

Abbas Kiyarüstemi ile Sinema Dersleri

Size öğretecek hiçbir şeyim yok. Aslına bakarsanız, buna benzer toplantılarda üstlendiğim vazifeyi katiyen öğretmenlik olarak değerlendirmiyorum çünkü bu kelimeden hazzetmiyorum. Kendilerini genç yönetmenlerle konuşurken bulan bazı insanlar itaat edilmesi gereken belli başlı “kurallar"ın var olduğu hususunda diretirler. Ancak sinema belirli bir metodolojiye ya da fikirler dizisine bağlı değildir. Yönetmenlik, diğer pek çok şeyin öğretildiği yöntemle öğretilemez, bu yüzden bu haftanın tartışmasız öğretiler bütünü olarak ele alınmaması gerektiğini söylüyorum. Belli bir yaşa gelmiş olmama rağmen (burada bulunanların hepsinden yaşlıyım) asla tavsiyelerde bulunan ya da insanlara işlerini ne şekilde yapmaları gerektiğini söyleyen birisi olmadım. Vazifem, yalnızca fikir vermek ve pek çok yöntemin arasında olan ve bugüne kadar da gelişmeye devam eden kendi yöntemlerim hakkında konuşmak. Daha önce bunun gibi pek çok atölye çalışması gerçekleştirdim ve her birinden bir şeyler öğrendim. Böyl...