Ana içeriğe atla

Kayıtlar

berfo ana etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Berfo Ana'nın Ağıdı

Başımı taşların üzerine koydum... Komşular: ‘Yapma Berfo kuşlar senin gözünü çıkarır’ dedi. Kapıyı bacayı açık bıraktım... Evladım gelir dedim. Senin oğlun kaçtı, diyorlar. Oğlum nereye kaçabilir? Ben oturup kime derdimi anlatacağım ana can? Yüzüğün benim parmağımda Cemil can. Yüzüğünü parmağıma taktım. Gözlerini, ellerini ayaklarını bağladılar, yolunu mu şaşırdın da gelemedin? Ben öldüm... ama senin için dirildim. Kenan Evren senin için tekrar dirildim. Cemil can annen seni aramaya geldi. Şayet ölmüşse kemiklerini istiyorum! Çocuğumun mezarını istiyorum. Berfo Kırbayır

Berfo Ana

gece uzun sürüyor Berfo Ana kapıyı açık tut, yüreğini derelerin fısıltılarına aç bugün tasanda değişen bir şey yok “ey oğul, gücün mü tükendi cellâtların elinde, nereye savurdular kemiklerini?” gece uzun sürüyor yarın cumartesi İçerenköy’den Galatasaray Meydanı’na hava soğuk, şubatın mavi rengi Cumartesi Anneleri’nin yüzünde “ey oğul, ölürsem kemiklerin bulunmadan gömmeyin beni de” ah Berfo Ana, ölçtün ve tarttın bedeninde adaleti, boş, yeğin. geçemediler, geçemeyecekler direncini böylesine bağlayıcı yüksek ateşin Ahmet Ada

Ah’ına ‘Yas’lanıp Dinlediğimdir

Ah’ına ‘Yas’lanıp Dinlediğimdir “İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, Kırıklar dolar kucağına, İşte orası umudun tarlasıdır. Ve orada başaklar ağırlaştığında, Sayısız ah dökülürdü toprağa.” Didem Madak, Ah’lar Ağacı Kök mü toprağa tutunur, toprak mı tutar kökü; bir tohum, vakti gelip de patladığında cılız bir filiz uzanır, neredeyse saydamdır elleri ve birer pençe gibi geçer etine, zamanla kaynar toprak ve kök birbirine. Ne kadar kazsan ne kadar insen de derine, ucuna varamasın. Deli rüzgârlar eser, azgın sular vurur da o incecik bağı koparamaz yine de. Toprağın özü, o bağdan geçer filize; karasını ondan alır, balını, suyunu hep ondan. Filizin dalı kırılsa, boyu incinse de kökü kalır içeride. İnsanın insana kıymadığı, rakamlı takvimlerin icat olmadığı, vaktin toprağın kokusuyla bir devindiği o evvel günlerde ömür kısaydı, insan dişindeki çürükten ya da topuğuna batan dikenden ölümü kapabilirdi. Kalan herkes yakındı ölüme ve ölene… Ondandır ki, biri öldüğünde yolcu etmeye cümlesi...