Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hastasınız Siz

Pencere

(Deniz kıyısında bir odanın penceresi önünde iki adam oturmaktadır. Görünüşlerinden uzun zamandır birbirlerini görmemiş iki arkadaş oldukları anlaşılır. Biri denizciye benzemektedir. Öbürü,susanı ise, denizciye benzemez. Yavaş yavaş gece inmektedir, Sessiz, menekşe ve kızıllık içinde bir bahar akşamı. Dingin denizin üzerinde gemilerin bordaları, halatları,direkleri ve evler çizgi çizgi yansımaktadır. Başlangıçta sıradan ve biraz yorgun bir ses:) Burada pencerenin önünde oturuyorum; gelip geçene bakıyorum ve kendimi görüyorum onların gözlerinde. Eski çerçevesi içinde sessiz bir fotoğraf olarak düşünüyorum kendimi, evin dışına,batıya bakan duvara asılı, kendim ve .....pencerem. Bazan kendim de bakıyorum bu sevdalı, yorgun gözlü fotoğrafa, ağzını bir gölgenin gizlediği; batan güneşe ya da aya .....bakan çerçevenin camındaki düzgün parıltı tümüyle örtüyor .....yüzümü ve soluk, gümüş ya da pembe renkli dörtgen ışığın .....gerisinde iyice kayboluyorum gözden ve serbestç...

Kördüğüm

                                                    Kardeşim Halil Nihad'a Elli yıldır şu ömür kervanının yolcusuyum. Öyle her yoldaşı sevmezse de âzâde huyum, Âşinâ, çehre azaldıkça duraktan durağa, Acı bir hâtıra enkazı çöker ortalığa. Her giden, sanki içimden yeni bir parça alır; Kervanın safları dolgunsa da, gönlüm boşalır. Ya, bu yol böyle sürüp gitse!.. derim, ürperirim; Bir yakın günde fakat bitse!.. derim, ürperirim. Arka bir dalgalı ummân gibi toprak yığını, Önde bilmem geçidin nereye çıkıp vardığını. Yürürüm anlamadan bastığımı, gördüğümü; Dolaşır zihnime ömrün ezelî kördüğümü. İbrahim Alâettin Gövsa (Acılar)

Malatya'nın 50 Yıllık Sahafı Muharrem Amca

İstanbul Pasajı’nda sözümona eski kitap satan, kendini sahaf olarak niteleyen kitapçı çok. Çok da genellikle soru bankası satan, yeni kitapları sergileyen kitapçılar bunlar. İstanbul Pasajı’nda, şimdilerde kimileri sahaflar çarşısı da diyor, bir tek Akademi Kitap var sahaf özelliği taşıyabilen. Yeni kitapların yanı sıra eski kitapları da bulundurabilen. Kitaptan anlayan, sürekli kitap okuyan Akademi Kitap’ın sahibi Muharrem Keçeci. Her gidişimde Muharrem Keçeci’yi, kitapların içine gömülmüş, kitap okur görüyorum. Elli yıldır kitapçı olmasının yanı sıra, çocukluğundan beri okuma aşkıyla yaşayan bir insan. 1928 yılında Malatya’nın Uçbağlar Mahallesi’nin Sivas Caddesi’ndeki evlerinde, anasının söyleyişiyle “dut yarpahları pisik kulağı kadar olunca” doğmuş. En iyisi Muharrem Keçeci’nin ağzından dinleyelim Malatya’nın elli yıllık sahafını: Sivas Caddesi, çocukluğumda ekin tarlasıydı. Buralarda tek katlı, kerpiç damlar vardı. Zenginlerin evleri, yine kerpiçtendi; ama iki katlıydı. Evler...

Malatya'dan Deli Hatıraları

Geleneksel topluluk dünyasında deliler ve deliliğin özel bir anlamda ayrıcalıklı bir statüsü vardır. Deliler her yere girip çıkabilir, her yerde bulunabilirler. Ama hiçbir yere ait değildirler. Topluluk dışına atılmış zararlı bir unsur değil, topluluk içinde ve topluluğa aittir. Batı toplumlarında ise deliler "içine şeytan girmiş" yok edilmesi gereken, tümüyle olumsuz görülen, toplum dışına itilmiş bir konumdadır. Türk toplumundaki durumu en iyi yansıtan örnek, her köyün her mahallenin her şehrin bir delisi olmasıdır. "Köyün delisi" O’nun toplulukla iç içe olduğunun bir kanıtıdır. Halk bilincinde delilerin de bir tür hiyerarşi içinde algılandığı bilinmektedir. Bu hiyerarşinin kriterleri deliliğin nedeni, türü, tarzı, yaşı ve cinsiyeti gibi değişkenlerdir. Prestiji en yüksek deliler "çok okumaktan bu hale geldiği" düşünülen ve "sevdadan" aklını yitirenlerdir. Toplumun deli ve deliliğe bakışı da zaman içinde değişmektedir. Malatyalı araştır...

Yüreğimde Uskur Sesleri

Daha bir saat önce senin hüzünlü kocaman gözlerinle oturduğun bu köşecikte geçip giden yük gemilerini izliyorum dalgınca Senden izler taşıyor bütün bu eşya O bembeyaz kollarının sıcaklığını hâlâ koruyor bu eski ahşap masa Almayı unuttuğun sigara paketi işte burada ki ellerin değmişti defalarca İşte gittin işte boşaldı odadaki yerin işte doluştu yüreğime birlikte geçen o kısacık zamanın tüm görüntüleri Kırık dökük sözcükler soluk alışlar sızlanmalar gülüşler Sıkıntılarıyla sevinçleriyle gerilmeleri ve boşalmalarıyla hepsi yüreğimde yol alıyor şimdi Yüreğim geçip giden bir yük gemisi Boğaz’dan Bilmem hangi limanlarda boşaltır yükünü hangi limanlarda buluşuruz yeniden. Ersin Salman

Sana

                                                              Soğuk Geceler Bu karda son krizantemler ölmüştür,         Bütün soğuktan ölür Şikeste dalların üstünde titreşen kuşlar,         Dışarda her yer kar... Bu kış semâsının üstünde ay da buz tutmuş.         Uzakta bir baykuş! Beyâz mesâfeye meş'um ve nâgehân uludu...         Ziyâdeleşti buğu Şu ince çamların üstünde... Ey kadın gelme...         Hayır... Sakın gelme Bak akşam oldu, ocak söndü, lâmba yok, boş oda;         Dışarda yollarda Kalan köpekleri rüzgârlar işte donduruyor...         Ve bir saat vuruyor Uzakta, bak... Gece geç, şimdi nısf-ı leyl oluyor;         Bu yolda gelmek zor; Ayakların yorulur...

Bir Gezgin Adam

Bir adam belki de en çok bir rüzgârdır şimdi Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgâr Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor Başlıyor içinde sonsuz susuzluk Avuçlarının içi terliyor. Erdem Bayazıt

Sarraf

Eski mezarlıklar Üç dinin tapınaklarıyla Yaşıyor şehir Kendini aldatıyor takvimlerle Oyalanıyor yenilediğini sanarak Yüreğini Bir düşte binlerce yıldan beri Esvap değiştiriyor durmadan Çıkmıyor odasından Habersiz değil gene de Olup bitenlerden Lodos ayıklıyor Boğaz meyhanelerinden çekilen Balıkları biliyor Soluğu daralıyor Yeni semt adlarını saydıklarında Gelip gideni eksik değil hâlâ Geceleri Nicedir kaç yaşında gösterdiğini Soruyor bana Güven Turan

İç Zehiri Gir Koynuma Gökyüzü Tanrıçası

1 Odaya sığındık. Uğultu başladı. Geceyarısı tireni Muş tütünü biber acısı uğultu başladı. Yağmur yağdı hüzn’ağdı ay göğsümün içinde deli çığlıklar attı uğultu başladı. Masada kahve fincanı telve masada kül tablası izmarit masada çiçeklik boş masada ben yalnız yorgun bir boşluk. Uğultu başladı bir dünyadır düş uzun uzun gece : kalbim coşkun ve kaçak ve yağmura dönmüştür ölümün yüzü kaçak ve suskun uğultu başladı... 2 Rüzgâr esmese sen konuşsan, dümdüz olsa yollar yürüyüp gidebilsek gecede gecede bir bağlama başlasa bir türkü uzakta kent başlayacak birliktelik uğultuyla başlayacak konuşacak yalnızlar cesaret mi oynuyor yalnızlar, kent çökmüş bulanık üstlerine, üstlerine kapıları pencereleri yolları tıkayan çocuk sesleri üstlerinden çekilmiş ay ay göğsümün içinde emekli bir memur gibi gülümsüyor korkuyu yanlış anlaşılmak gibi gülümsüyor daha yakından bakınca kaçmak ve ölüm. Ölüm gerilimi yumuşatır derdi ninem, ölüm evlerden ır...

On Ölüm Şarkısı

Perdeleri sımsıkı örtünce odamda ben, En fazla yaptığım şey ağlamak, ağlamaktı! Bir melek -ne güneşe, ne aya görünmeden- Siyah bir kedi gibi yüzüme baktı, baktı. Altınımı gizlice aldı avuçlarına Karanlığın içinde çamurumu bıraktı. Nasıl çıkabilirim bu şekilde yarına? Sırtüstü yatıyorum görmesinler diyerek, Simsiyah gecelere ben sarına sarına. Esmer bir kadın gibi koynuma giren melek Beni gece yarısı çırılçıplak bıraktı, Ve böyle sabaha dek, ve böyle sabaha dek, Gece bir nehir gibi üstümden aktı, aktı! (Birinci Perde) Cevdet Kudret Solok

Başımla Gönlüm

Başım dedi: Dinlen; gönlüm dedi: Koş! Başım dedi: Durul; gönlüm dedi: Coş! Başım yüreksizdi, gönlüm başıboş; Varlığım arada oynadı gitti... Başımla gönlüm edemedim eş; Biri yüz yaşında, biri yirmi beş. En sonunda sardı saçağı ateş; Varlığım arada kaynadı gitti... Celâl Sahir Erozan

Tarih Kötüdür

İşte gençliğimin şiirleri İlk gençliğimin Güzel şeyler Deli saçmaları Beceriksizlikler Şehvetle titreyen parmaklarla yazmışım onları. Bir çocuk için En güzeli Belki bütün yazdıklarımın en güzeli Gövdemi ılık Kirli Pırıl pırıl bir havuzda düşlerdim Göğsümde nilüferler Su çiçekleri Garip bir çocuk dediler bana İçine kapalı Güçlü Onun koluna girerdim Zayıflığı çekerdi beni Acımasız pırıltısı Geceleyin kendini sevmesi Organları Çocukluğumun şiirleri Hepsinde umarsız bir çığlık Zavallı Traji - komik Şanlı tarihim: Ne zorbalar geçmiş beynimden Ne haksız kıyımlar olmuş gövdemde Kimler can vermiş hapishanelerde Hangi sınıf egemen? İlk şiirlerim Alaycı bir göz Kirpiklerinde tohum Düzensiz patlamalar Yaralı omuzlarım Biri kavga türküsü Acemi Çığlık çığlığa Yarım Bütün bunlar şimdi geçmişte kaldı Çocukken yazdıklarım beni yüreklendiriyor Bir budala gibi Yoksul bütün halklar gibi Şaşkın bir el yazısıyla Ayaklanmalar tasarlıyorum. Barış Pirhas...

İbrahim abim Ayşe ablam

Yenibosna’da bir mezar: Sivaslı Cafer’in üç yıl arayla doğan ve yaşlarını doldurmadan vefat eden çocukları Veli ile Göksel’in kabri. Yaşasalar aynı yaşlarda olacaktık. Tevafuk. Benim de yaklaşık o tarihlerde abim İbrahim ve ablam Ayşe dünyaya gelmiş ve yaşlarını doldurmadan da dar-ı bekaya irtihal etmişlerdi . Dördünün de mekanları Cennet olsun.

Hayali Cihan Değer

   İmam, hatim duasında “bir fatiha okuyacak kimsesi kalmamış merhumları”da anınca hüzünlendim. Birkaç yıl önce memlekete giden kızım heyecanla; “ilk defa soyadımızı taşıyan bir kapı zili gördüm” demiş ve fotoğrafını çekmişti.    Buna şunu da ekleyebilirim; yaşadığınız şehirde Bayram namazı sonrası kabrini ziyaret edeceğiniz bir yakınınız yoksa, gurbettesiniz demektir. Biraz hüzünlü oldu değil mi? Namaz sonrası eve gelince bayramlık elbisemi çıkarıp pijamamı giydim desem… Çok şükür hâlâ anmakla tebessüm ettiğim akraba ve dostlarım var. Uzakta olsalar da yakın hissediyorum. Onlardan birisiniz ve bayramlaşmaya geldim, Bayramınız kutlu olsun.

Benim Güzel Allahım

Ey siz inananlar. Tanrınızın yarattıklarına düşmanlık mı besleyeceksiniz? Öldürecek misiniz onları? Yoksul mu bırakacaksınız? Acılarına sırtınızı mı döneceksiniz? Sadece kendi kavminiz için mi şefaat dileneceksiniz? Kendinizi ayıracak mısınız Rabbinizin yarattığı diğer kullardan? Dininizle, ırkınızla böbürlenecek misiniz? Ey siz, huzursuz ruhlar... Ey siz, binlerce yıldır kendi ihtirasının dikenleriyle kanayanlar... Ey siz, fıtrattan eksikli yaratılmış olanlar... Dinleyin. Fırtına kuşları gibi içinde uçtuğunuz sert rüzgarlarla yorgunsunuz, günahlarınızla, hiç bitmeyen hırslarınızla yorgunsunuz, kavgalarla, düşmanlıklarla, kızgınlıklarla yorgunsunuz, avucunuzda sıktığınız bir ustura gibi sizi yaralayan bencilliklerinizle yorgunsunuz. Rüzgarın dinmesini özlediniz. Sessizliği ve sükûneti özlediniz. Düşmanlarınızla ve kendinizle barışmayı özlediniz. Daha doğduğunuz gün bir hapishane gibi kapıları üstünüze kapanan hayatın dağdağasından kurtulmayı özlediniz. Bir...

Cami Işıklarına Bakan Çocuk

Çocukluktan gençliğe geçmeye çalıştığım dönemlerde yazarlık hayalleriyle dolu olduğumu gören babam, ‘Yanağını cama yapıştırıp, evin çaprazındaki caminin şerefesinde iftar zamanını haber veren ışıkların yanmasını, ışıklar yanar yanmaz bunu bağırarak haber verdiğinde büyüklerin aferinini almak için heyecanla bekleyen bir çocuğu anlatabilir misin’ demişti. Yaklaşık kırk yıldan beri o çocuk aklımdadır. Hálá o sahneyi ve o çocuğu en iyi biçimde nasıl anlatacağımı bulamadım. Ama bu görüntü benim yazarlık temrinlerimden biri oldu. Babamın kendi çocukluğunun anılarının arasından çıkartıp bana yazı ödevi olarak verdiği sahneye kendi çocukluğumun anıları da eklendi. Evimizin hemen karşısındaki küçük cami. Ramazan geceleri mahallenin çocuklarıyla birlikte gittiğimiz teravih namazları, camideki büyüklerin bize başka zamanlarda pek de göstermedikleri bir şefkati göstermeleri, hálá çocuk aklımla ezberlediğim biçimde söylediğim ‘allah umme salli ala’nın muhteşem melodisiyle dalgalar gibi ...

Ey Kavmim

Ey kavmim... Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin Dönüp de bakmazsın ölülerine. Lut kavminden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvın. Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın. Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını... Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına. Tanrıya yakarır ama firavunlara taparsın. Musa Kızıldeniz'i açsa önünde, sen o denizden geçmezsin. Ey kavmim... Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Korkarsın kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsın. Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın. Hazreti İsa'yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen başka şeylere ağlarsın. Gündüzleri Maria Magdalena'yi orospu diye taşlar, geceleri koynuna girmeye çabalarsın. Zebur'u, Tevrat'ı, İncil'i, Kur'ân'ı bilirsin. Hazreti Davud için üzülür ama Golyat'ı tuta...

Şairin Hayatı Şiire Dahil

"Tomris Uyar, 1964’te R. Tomris imzasıyla çeviriler yapan genç bir kadın. Şair Ülkü Tamer’le evli. Sık sık eski önemini yitiren Baylan’da buluşuyorlar dostlarıyla. Akşam üstleri iş çıkışı Cemal Süreya da katılıyor onlara. sanat, edebiyat, tiyatro sohbetleri… Tamer ile evliyken âşık oldu Cemal Süreya’ya Tomris. İkisi de evliydiler, ikisi de birbirleri için boşandılar eşlerinden ve bugün bile, ‘Türk edebiyatının en verimli aşkı’ tanımını hak eden üç yılı birlikte geçirdiler. Verimliydi aşkları, çünkü Cemal Süreya aşk dolu, cinsellik yüklü en güzel şiirlerini onun için yazdı. Yaşadıkları şeyin ne kadar derin olduğunu anlamak için, Süreya’nın şu dizeleri yeterli olur sanırım: “Ayışığında oturduk Bileğinden öptüm seni Sonra ayakta öptüm Dudağından öptüm seni Kapı aralığında öptüm Soluğunda öptüm seni Bahçede çocuklar vardı Çocuğundan öptüm seni Evime götürdüm yatağımda Kasığından öptüm seni Başka evlerde karşılaştık İliğinden öptüm seni En sonunda caddelere çıkardım Kay...